YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜM. - Basit Yeniden-Üretim

Karl Marx
BİR toplumda üretim sürecinin şekli ne olursa olsun, bu sürecin devamlı olması, devresel olarak aynı evrelerden geçerek sürüp gitmesi gerekir. Bir toplum tüketmekten nasıl vazgeçemezse, üretmekten de öyle vazgeçemez. Bunun için birbiriyle ilişkili bir bütün, devamlı yenilemelerle akıp giden bir olay olarak görüldüğünde, her toplumsal üretim süreci, aynı zamanda, bir yeniden-üretim sürecidir.

Üretim koşulları, aynı zamanda, yeniden-üretimin de koşullarıdır. Ürettiği ürünlerin bir kısmını, üretim araçlarına ya da yeni ürünlerin unsurlarına devamlı bir şekilde dönüştürmedikçe hiç bir toplum, üretime devam edemez, bir başka deyişle, hiç bir toplum, yeniden-üretim yapamaz. Diğer bütün koşullar aynı kalmak üzere, servetini yeniden üretmesinin ve onu bir düzeyde tutmasının tek yolu, üretim araçlarının —yani, emek araçlarının, hammaddenin, yıl boyunca tüketilen yardımcı maddelerin— yerine, aynı türden ve eşit miktarda malların konulmasıdır; bunların, yıllık ürün kitlesinden ayrılarak, üretim sürecine yeniden sokulmaları gerekir. Demek oluyor ki, yıllık ürünün belirli bir kısmı, üretim alanına aittir. Daha başlangıçta üretici tüketim için ayrılan bu kısım, çoğu zaman bireysel tüketime tamamen uygun düşmeyen mallar biçimindedir.

Üretim, biçim olarak kapitalistliğe ait ise, yeniden-üretimin biçimi de aynı olur. Kapitalist üretim biçiminde, nasıl ki, emek süreci sermayenin kendisini genişletmesi yolunda bir araçtan başka bir şey değilse, yeniden-üretim sürecinde de, yatırılmış değeri sermaye olarak, yani kendi kendini genişleten değer olarak yeniden üretmenin aracından başka bir şey değildir. Bir kimse, salt parası devamlı bir şekilde sermaye olarak iş gördüğü için, ekonomik bakımdan kapitalist niteliğini kazanır. Sözgelişi eğer 100 sterlin tutarında bir para bu yıl sermayeye çevrildi ve 20 sterlin artı-değer ürettiyse, gelecek yıl ve onu izleyen yıllarda da aynı işlemi yinelemeyi sürdürmesi gerekir. Yatırılan sermayenin, devresel artışı ya da sürece katılan sermayenin devresel meyvesi olarak artı-değer, sermayeden doğan bir gelir şeklini alır.[1]

Eğer bir gelir, kapitalist tarafından salt tüketim fonu olarak kullanılırsa ve kazanıldığı süre içinde tüketilirse cæteris paribus,[öteki şeyler aynı kalmak koşuluyla. -ç.] basit yeniden-üretim meydana gelmiş olur. Bu yeniden-üretim, üretim sürecinin, eski boyutları içersinde, salt bir yinelenmesi olmakla birlikte, gene de bu yineleme ya da devamlılık bu sürece yeni bir nitelik kazandırır, ya da daha doğrusu, devamı olmayan tek tek bir süreç olarak sahip bulunduğu görünürdeki bazı özelliklerinin ortadan kalkmasına yolaçar.

Emek-gücünün belli bir süre için satınalınması üretim sürecinin ilk adımıdır; bu başlangıç, emeğin satış süresi bittikçe, bir hafta ya da ay gibi belirli bir üretim dönemi sona erdikçe durmadan yinelenir. Ama emekçiye, emek-gücünün karşılığı, ancak bu gücü harcamasından sonra, ve metalarda yalnız kendi değerini değil artı-değeri de gerçekleştirdikten sonra ödenir. Emekçi, demek oluyor ki, bizim şimdilik kapitalistin özel tüketim fonu saydığımız artı-değeri üretmekle kalmaz, sonradan kendisine ücret şeklinde dönen fonu, değişen sermayeyi de üretir; ve işçinin çalıştırılması, ancak bu fonu yeniden ürettiği sürece devam eder. Onsekizinci Bölümde sözü edilen ve ücreti, üründen alınan bir pay olarak gösteren iktisatçıların bu formüllerinin çıkış noktası da işte bu oluyor.[2] Emekçiye ücret şeklinde geri denen şey, emekçinin devamlı olarak yeniden ürettiği ürünün bir kısmıdır. Kapitalistin, emekçiye ücretini para olarak ödediği doğrudur, ama bu para, onun emeğinin ürününün kılık değiştirmiş şeklinden başka bir şey değildir. Emekçi, üretim araçlarından bir kısmını ürüne dönüştürürken, daha önceki ürünün bir kısmını da paraya dönüştürür. Geçen hafta ya da geçen yılkı emeği, bu hafta ya da bu yılki emek-gücünün karşılığını ödeyen şeydir. Tek bir kapitalist ile tek bir emekçi yerine, kapitalist sınıf ile emekçi sınıfı bir tüm olarak alırsak, paranın işe karışmasıyla ortaya çıkan hayal derhal yokolur. Kapitalist sınıf, emekçi sınıfa, sürekli olarak, emekçi sınıf tarafından üretilen ve kapitalist sınıf tarafından elkonulan metaların bir kısmı için para şeklinde ödeme makbuzları verir. Emekçiler ise gene aynı süreklilik içersinde, bu ödeme makbuzlarını kapitalist sınıfa geri verirler ve böylece kendi elleriyle ürettikleri üründen paylarını alırlar. Ürünün, meta şeklini ve metaın para şeklini alışı, bu alışverişi bir örtü ile gizler.

Değişen sermaye, bu nedenle, emekçinin kendisiyle ailesinin varlığını, sürdürmesi için gerekli ve toplumsal üretim sisteminin şekli ne olursa olsun, kendisinin üretmek ve yeniden üretmek zorunda bulunduğu tüketim maddeleri ya da emek fonunun özel tarihsel bir görünüm şeklinden başka bir şey değildir. Bu emek fonunun, emeğinin karşılığının ödenmesi için durmadan para şeklinde ona doğru akmasının nedeni, yarattığı ürünün sermaye şeklin de durmadan ondan uzaklaşmasıdır. Ama bu, bir üründe gerçekleşen emekçinin kendi emeğinin ona kapitalist tarafından önceden emek fonu olarak verilmiş olduğu gerçeğini değiştirmez.[3] Efendisi için angaryayla yükümlü bir köylüyü ele alalım. Kendi toprağı üzerinde kendi üretim araçları ile, diyelim haftanın 3 günü çalışır. Diğer 3 gün ise efendisinin malikanesinde zoraki çalışır. Bu köylü durmadan kendi emek fonunu yeniden üretmektedir ve bu durumda, bu fon, hiç bir zaman emeğinin karşılığının ödenmesi için bir başkası tarafından ödenen para şeklini almamaktadır. Ama buna karşılık, efendisi için harcadığı karşılığı ödenmeyen yükümlü emek de, hiç bir zaman karşılığı ödenen gönüllü emek niteliğini kapsamaz. Eğer güzel bir sabah, efendisi, toprağa, hayvanlara, tohumluğa, kısacası köylünün üretim araçlarına elkorsa, köylü bundan böyle artık emek-gücünü, efendiye satmak durumunda kalacaktır. O, cæteris paribus, üç günü kendisi, üç günü efendisi için olmak üzere gene 6 gün çalışacak ve efendisi de böylece ücretli adam çalıştıran kapitalist haline gelecektir. Önceden olduğu gibi gene üretim araçlarını üretim araçları olarak kullanacak ve bunların değerini ürüne aktaracaktır. Tıpkı eskisi gibi, ürünün belirli bir kısmı, yeniden-üretime ayrılacaktır. Ama yükümlü emeğin ücretli-emeğe dönüştüğü anda, köylünün kendisinin, tıpkı eskisi gibi üretmeye ve yeniden üretmeye devam ettiği emek fonu, bu andan sonra, ücret şeklinde efendisi tarafından yatırılan sermaye biçimini alır. Görünüm biçimini, görünen şeyden ayırma yeteneğinden yoksun darkafalı burjuva iktisatçısı, yeryüzünün şurasında burasında bugün bile emek fonunun sermaye şeklinde çıkmakta olduğu gerçeğine gözlerini kapar.[4]

Değişen sermayenin, kapitalistin kendisine ait bir fondan yatırılan bir değer olma özelliğini, ancak,[5] kapitalist üretim sürecini sürekli yenilenme akışı içinde gördüğümüz zaman kaybettiği doğrudur. Ama bu sürecin de şöyle ya da böyle bir başlangıcı olması gerekir. Bu nedenle, bizim buraya kadar ki bakış açımıza göre, kapitalist, bir zamanlar, başkalarının karşılığı ödenmeyen emeklerinden bağımsız olarak birikmiş para sahibi olan, ve bu birikimle emek-gücü alıcısı olarak, sık sık pazarda boy göstermiş bir kişi olarak görünmektedir. Her ne halse, bu süreçteki süreklilik, basit yeniden-üretim, sermayenin yalnız değişen kısmını değil, tümünü etkileyen diğer bazı olağanüstü değişiklikler meydana getirmiştir.

Eğer, 1.000 sterlinlik bir sermaye, yılda 200 sterlinlik bir artı-değer yaratır ve bu artı-değer her yıl tüketilirse, beş yılın soriunda tüketilen artı-değer 5 x 200 sterline ya da başlangıçta yatırılan 1.000 sterline ulaşacaktır. Yok eğer yalnızca bir kısmı, diyelim yarısı tüketilecek olursa, 10 yılın sonunda aynı sonuca varılacaktır, çünkü 10 x 100 = 1.000 sterlin eder.

Genel Kural: Yatırılan sermayenin değeri, yılda tüketilen artı-değere bölünürse, başlangıçta yatırılan sermayenin kapitalist tarafından tamamen tüketilmiş ve bu nedenle de yokolacağı yılların, ya da yeniden-üretim dönemlerinin sayısı elde edilir. Kapitalist, başkalarının karşılığı ödenmemiş emeğini, yani artı-değeri tükettiğini, oysa ilk koyduğu sermayeyi olduğu gibi tuttuğunu sanır; ama onun bu düşüncesi gerçekleri değiştirmez. Aradan belli sayıda yıl geçtikten sonra, o zaman sahip olduğu sermaye değeri, o yıllar boyunca elde ettiği artı-değer toplamına ve tükettiği toplam değer ise başlangıçtaki sermayesine eşittir. Elinde toplam miktarı değişmeyen bir sermaye bulunduğu ve bunun bir kısmının, yani binaların, makinelerin vb. daha işe giriştiği zaman varoldukları doğrudur. Ama bizi burada ilgilendiren şey, maddi öğelei değil, bu sermayenin değeridir. Bir kimse bütün varını yoğunu, bu varlığın değerine eşit bir borca girmekle tüketmiş olsa, onun bu varlığının, borçlarının toplamından başka bir şeyi temsil etmeyeceği açıktır. Kapitalist için de durum böyledir; ilk koyduğu sermayenin eşdeğeri miktarında bir değeri tüketmiş olsa, o çünkü sermayenin değeri, karşılığını ödemeksizin elde ettiği artı-değerin toplam miktarından başka bir şeyi temsil etmez. Eski sermayesinin tek bir kuruşu bile artık varolmaya devam etmez.

Demek ki, her türlü birikimin dışında, salt üretim sürecinin sürekliliği, bir başka deyişle, basit yeniden-üretim, eninde sonunda ve zorunlu olarak, her sermayeyi, birikmiş sermayeye ya da sermayeleştirilmiş artı-değere çevirir. Bu sermaye, başlangıçta, onu kullanan kimsenin kişisel emeği ile elde edilmiş bile olsa, ergeç, eşdeğeri verilmeksizin elde edilmiş bir değer, başkalarının, parada ya da başka bir metada maddeleşen karşılığı ödenmemiş emeği halini alır. Dördüncü ve Altıncı Bölümlerde gördüğümüz gibi, paranın sermayeye dönüştürülmesi için, metaların üretimi ile dolaşımından başka bir şey daha gereklidir. Bir yanda, para ya da değere sahip olan kimsenin, öte yanda, değer yaratıcı cevhere sahip olan kimsenin; bir yanda üretim ve geçim araçlarına sahip olan kimsenin, öte yanda emek-gücünden başka bir şeyi olmayan kimsenin, alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya gelmeleri gerektiğini gördük. Emeğin üründen, öznel emek-gücünün, nesnel emek koşullarından ayrılması, böylece kapitalist üretimin gerçek temeli ve çıkış noktası oluyordu.

Ama, başlangıçta yalnızca hareket noktası olan bu şey, salt sürecin sürekliliği, basit yeniden-üretim ile, kapitalist üretimin durmadan yenilenen ve yinelenen, kendine özgü bir sonucu halini alıyor. Üretim süreci, bir yandan, ardı arası kesilmeden, maddi serveti, sermayeye, kapitalist için daha fazla servet ve zevk yaratma aracına çeviriyor. Öteyandan, işçi, üretim sürecine bir servet kaynağı olarak girdiği halde, süreci, kendisinin de zenginliğinin kaynağı olabilecek bütün araçlardan yoksun olarak terkediyor. Sürece girmeden önce kendi emeği, emek-gücünün satışı ile kendisinden ayrıldığı, ona yabancılaştığı ve kapitalist tarafından elkonularak sermaye ile birleştirildiği için, süreç sırasında da bu emek, kendisine ait olmayan bir üründe gerçekleşmek zorundadır. Üretim süreci, aynı zamanda, kapitalistin, emek-gücünü tükettiği bir süreç olduğu için, emekçinin ürünü sürekli olarak yalnız metalara değil, sermayeye, değer yaratıcı gücü emen değere, emekçiyi satınalan geçim araçlarına, üreticilere komuta eden üretim araçlarına da dönüşür.[6] Emekçi, bu nedenle, durup dinlenmeden, sermaye biçiminde, kendisine egemen olan ve onu sömüren yabancı bir güç biçiminde, maddi nesnel zenginlik yaratır; ve kapitalist, sürekli emek-gücü üretir, ama bu üretim, içlerinde ve ancak onlarla gerçekleşebilen nesnelerden ayrı olarak, öznel bir zenginlik kaynağı biçimindedir; kısacası, o, emekçi üretir, ama ücretli emekçi.[7] Bu kesintisiz yeniden-üretim, emekçinin böylece ebedileştirilmesi, kapitalist üretimin sine qud non'udur. [vazgeçilmez (koşul). -ç.]

Emekçinin tüketimi iki yönlüdür. Üretim sırasında, emeğiyle üretim araçlarını tüketir ve bunları, yatırılan sermayeden daha değerli ürünlere dönüştürür. Bu, üretici tüketimdir. Ve aynı zamanda da, emek-gücünün, onu satınalan kapitalist tarafından tüketilmesidir. Öte yandan, emekçi, emek-gücü için kendisine öde nen parayı geçim araçlarına çevirir: bu, onun bireysel tüketimidir. Emekçinin üretken tüketimi ile bireysel tüketimi, demek ki, tamamen birbirinden farklıdır. İlkinde emekçi, sermayenin devindirici gücü olarak iş görür ve kapitaliste aittir. İkincisinde kendisine aittir ve üretim faaliyetleri dışında kendi gerekli yaşamsal işlevlerini yerine getirir. Birincinin sonucu ile kapitalist yaşar, ikincisininki ile işçi.

İşgününü incelerken, emekçinin çoğu zaman kendi bireysel tüketimini, salt üretimi ilgilendiren bir olay gibi yerine getirmek zorunda kaldığını görmüştük. Bu gibi durumlarda, tıpkı buhar makinesine kömür ile su, çarklara yağ verilmesi gibi, emek-gücünü devam ettirmek için gerekli tüketim maddelerini sağlamaktadır. Tüketim maddeleri, bu durumda, yalnızca üretim araçlarının gerektirdiği tüketim maddeleridir; onun bireysel tüketimi, doğrudan doğruya üretken tüketimdir. Bununla birlikte, bu durum, aslında kapitalist üretime ait olmayan bir kötüye kullanma gibi görünür.[8]

Tek bir kapitalisti ve tek bir işçiyi değil, kapitalist sınıf ile emekçi sınıfını, tek bir üretim sürecini değil, bütünüyle kapitalist üretim sürecini güncel toplumsal boyutları içerisinde ele aldığımız zaman, konu, bambaşka bir görünüş kazanır. Kapitalist, sermayesinin bir kısmını emek-gücüne çevirmekle, tüm sermayesinin değerini artırır. Bir taşla iki kuş birden vurmaktadır. Yalnız emekçiden aldığından değil, emekçiye verdiğinden de kar sağlamaktadır. Emek-gücü karşılığında verilen sermaye, gerekli tüketim maddelerine dönüşmekte ve bunların tüketimi ile emekçinin kasları, sinirleri, kemikleri ve beyni yeniden üretilmekte ve yeni emekçiler üretilmektedir. İşçi sınıfının tamamen zorunlu sınırlar içerisinde kalan bireysel tüketimi, bu yüzden, emek-gücü karşılığında sermayece verilen geçim araçlarının, tüketilmek üzere sermayenin emrine verilen taze emek-gücüne tekrar çevrilmesidir. Bu tüketim, kapitalist için vazgeçilmez bir üretim aracı olan şeyin, yani emekçinin kendisinin üretimi ve yeniden-üretimidir. Emekçinin bireysel tüketimi, ister işyerinde, ister dışarıda geçsin, üretim sürecinin bir kısmı olsun ya da olmasın, bu yüzden, sermayenin ve üretiminin ve yeniden-üretiminin bir etmenini oluşturur, tıpkı bir makinenin temizliğinin, çalışırken ya da dururken yapılması gibi. Emekçinin, geçim araçlarını, kapitalisti hoşnut etmek için değil de kendi amacına hizmet için tüketmesinin hiç bir önemi yoktur. Yemin, bir hayvan tarafından tüketilmesi, onun yediklerinden hoşlanmış olmasından dolayı üretim sürecinde zorunlu bir etmen olmaz. İşçi sınıfının yaşamaya devam etmesi ve yeniden-üretilmesi, sermayenin yeniden-üretilmesinin her zaman için zorunlu bir koşuludur. Ama kapitalist, bunun yerine getirilmesini, emekçinin hayatta kalma ve üreme içgüdüsüne rahatça bırakabilir. Bütün kapitalistler, emekçinin bireysel tüketimini elden geldiğince tamamen zorunlu olan maddelere indirgemeyi büyük dikkat gösterirler ve bu bakımdan, emekçilerini daha az besleyici yiyecekler yerine daha çok besleyici yiyecekler almaya zorlayan o zalim Güney Amerikalıları öykünmekten çok uzaktırlar.[9]

İşte böylece, kapitalistler ve onların ideolojik temsilcileri olan ekonomi politikçiler, emekçinin bireysel tüketiminden yalnız bu sınıfın devamı için gerekli olan ve bu nedenle de kapitalistlerin tüketmek üzere emek-gücü bulabilmeleri için yerine getirilmesi zorunlu olan kısmını üretken tüketim saymakta, ve bunun dışında kalan ve emekçinin kendi keyfi için yaptığı tüketimi ise üretken olmayan tüketim olarak kabul etmektedirler.[10] Sermaye birikimi, eğer ücretlerde, sermaye tarafından daha fazla emek-gücü tüketilmesi olanağını birlikte getirmeyen bir yükselişe ve dolayısıyla da emekçinin tüketiminde bir artışa yolaçacak ise, bu ek sermaye, üretken olmayan bir şekilde tüketilmiş olur.[11] Aslında, emekçinin bireysel tüketimi, kendisi yönünden üretken olmayan bir tüketimdir, çünkü bu, yalnızca gereksinme içindeki bir bireyi yeniden üretmektedir; oysa bu, kapitalist ve devlet için üretken bir tüketimdir, çünkü bu, onların servetini yaratan gücü üretmektedir.[12]

Bunun için, toplumsal açıdan bakıldığında, işçi sınıfı, emek-sürecine doğrudan doğruya katılmadığı zaman bile, tıpkı sıradan bir emek aracı gibi sermayenin tamamlayıcı bir parçasıdır. Bireysel tüketimi bile, belli sınırlar içinde, üretim sürecinde bir etmendir. Ne var ki, bu süreç, kendinden bilinçIi araçları yüzüstü bırakmalarını önlemek için gerekli önlemleri alır ve bunların ürettikleri ürünleri daha biter bitmez onların bulunduğu kutuptan sermayenin bulunduğu karşıt kutba taşır. Bireysel tüketim bir yandan bunların varlıklarını sürdürmelerini ve yeniden üretilmelerini, öte yandan da yaşamak için gerekli tüketim maddelerini yokederek işçilerin, emek pazarında sürekli boy göstermelerini sağlar. Romalı köle prangaya vurulurdu, ücretli emekçi, sahibine, görünmeyen bağlarla bağlanır. Bağımsızlık görüntüsü, işverenin devamlı olarak değişmesi ve bir de, bir sözleşmenin fictio juris'i [varsayılan hükümler. -ç.] ile sağlanır ve sürdürülür.

Eskiden, sermaye, serbest emekçi üzerindeki mülkiyet hakkını güvenlik altına almak için, gerektiğinde yasal yollara başvururdu. Örneğin, 1815 yılına kadar İngiltere'de, makine yapımında çalışan mekanik işçilerin dışarıya göç etmeleri ağır cezalar konularak yasaklanmıştı.

İşçi sınıfının yeniden-üretimi, bir kuşaktan diğerine aktarılan bir hüner birikimini de birlikte getirir.[13] Böyle hünerli bir sınıfın varlığını kapitalistin ne ölçüde kendisinin hakkı olarak bildiği, üretim etmenleri arasında saydığı ve onu hangi ölçüde kendi değişen sermayesinin gerçek şekli olarak gördüğü, kendisini bu sınıftan yoksun bırakmakla tehdit eden bir bunalımın patlak vermesiyle derhal görülür. Birleşik Devletler'deki iç savaş ve onunla birlikte ortaya çıkan pamuk kıtlığı sonucu, Lancashire'daki pamuklu dokuma işleyenlerin çoğu, çok iyi bilindiği gibi işten atılmıştı. "Fazlalık haline" gelenlerin sömürgelere ya da Birleşik Devletler'e göç edebilmelerini sağlamak amacıyla, devlet yardımı ya da gönüllü ulusal yardım kampanyaları açılması için, hem işçi sınıfının kendisinden ve hem de toplumun diğer katlarından feryatlar yükselmişti. Bu sırada, The Times, 24 Mart 1863 tarihin de, Manchester Ticaret Odasi eski başkanı Edmund Potter'in bir mektubunu yayınladı. Avam Kamarasında, bu mektuptan, haklı olarak, fabrikatörlerin bildirisi diye sözediliyordu.[14] Sermayenin emek üzerindeki mülkiyet hakkının utanmadan ortaya konulduğu birkaç ilginç pasajı buraya aktarıyoruz.

"Ona" (işsiz kalan kimseye), "pamuklu işçilerinin çok fazla olduğu ... ve ... belki üçte-bir oranında bir indirim yapilması gerektiği ve o zaman geriye kalan üçte-iki için sağlıklı bir talep olacağı söylenebilir. ... Kamuoyu, ... göçü isteklendiriyor. ... Patron, elinin altındaki emek arzının buradan ayrılmasını istemeyebilir; bunun hem haksız, hem de yanlış bir şey olduğunu belki de haklı olarak düşünebilir. ... Eğer kamuya ait fonlar, bu göçe yardım etmek için kullanılacaksa, onun da sesini yükseltme ve belki de bunu protesto etme hakkı vardır." Bay Potter, bunun ardından, pamuklu ticaretinin yararlarını, "bu işkolunun İrlanda ile tarımsal bölgelerden çekip aldığı artı-nüfusu", ulaştığı muazzam boyutları, 1860 yılında İngiltere'nin toplu ihracatında 5/13 gibi önemli bir yer tuttuğunu, birkaç yıl sonra özellikle Hindistan pazarının genişlemesi ve libresi 6 peniden bol pamuk sağlaması ile onun da tekrar nasıl genişleyeceğini gösterir. Sonra da şöyle devam eder: "Zamanla ... bir, iki ya da üç yılda, gerekli miktarı üretebilecektir. ... Şimdi sormak istediğim bir şey var. — Bu işkolu ayakta tutulmaya değer mi? Makineleri" (canlı emek makinelerini demek istiyor) "düzen altında tutmak, harcanacak çabaya değmez mi, ve bunlardan vazgeçmeyi düşünmek büyük bir çılgınlık olmaz mı? Bence olur. İşçilerin mülk olmadıklarını, Lancashire'ın ve patronların malı olmadıklarını kabul ederim, ama onlar, her ikisinin de gücüdür; onlar, kuşaklar boyu yeri doldurulamayacak zihinsel ve eğitilmiş güçlerdir; buna karşılık, bunların üzerilerinde çalıştıkları makinelerin çoğu, oniki aylık bir sürede, hem de karlı olacak şekilde iyileştirilebilir ve yenilenebilir.[15] Emek-gücünün göç etmesini isteklendirelim ya da buna izin verelim, peki kapitalist ne olacak? ... işçilerin kaymak tabakasını alınız, sabit sermaye, değerini büyük ölçüde kaybeder, döner sermaye düşük nitelikte emeğin daralan arzı karşısında savaşım veremez. ... Bize, işçilerin, bunu" (göç etmeyi) "istedikleri söyleniyor. Onların bunu istemeleri çok doğaldır. ... Emek-gücünü elinden alarak ve ücret harcamalarını, diyelim beşte-bire ya da beş milyona indirerek pamuklu işkolunu küçültelim ve daraltalım, bunun hemen üzerindeki sınıfa, küçük dükkan sahiplerine ne olacaktır? Arazi ve kulübe kiraları ne olacaktır? ... Bunun etkilerini yukarıya doğru, küçük çiftçilere, ev sahiplerine ve toprak sahiplerine doğru izleyiniz, ve bir ulusun bütiin sınıfları için, en iyi fabrika işçilerini dış ülkelere göndermek ve en üretken sermaye ve zenginlik değerlerini yoketmek suretiyle bir ulusu zayıf düşürmekten daha canakıyıcı bir plan olabilir mi? ... Pamuklu bölgelerinde, yardim alanların hiç değilse maneviyatlarını yükseltmek için, özel yasal yönetmeliklerle, bir ölçüde zorunlu çalışmayı sağlamak üzere, Yoksullara Yardim Kuruluna eklenecek özel komiserler tarafından yürütülecek, iki ya da üç yıl sürecek (5-6 milyon sterlin tutarında) bir fon kurulmasını öneriyorum. Toprak sahipleri ya da, patronlar için en iyi işçilerinden ayrılmaktan ve geriye kalanları, yaygın ve tüketici bir göçle, bütün bir bölgeyi sermaye ve değerden yoksun bırakacak bir hareketle hayal kırıklığına uğratmak ve maneviyatlarını bozmaktan daha feci ne olabilir?"

Fabrikatörlerin seçkin sözcüsü Potter, her ikisi de kapitaliste ait iki tür "makine" arasında bir ayrım yapıyor; bunlardan birisi fabrikada duruyor, diğeri ise geceleri ve bir de pazar günleri fabrika dışında, kulübelerde kalıyorlar. Bunlardan birisi cansız, diğeri canlı. Cansız makine yalnız aşınmakla, günden güne değerini yitirmekle kalmıyor, büyük bir kısmı sürekli teknik gelişmeyle hızla ömrünü tamamlıyor ve birkaç ay sonra yerini yeni bir makineye hem de karlı olacak şekilde bırakıyor. Tersine, canlı makine, zaman geçtikçe ve kuşaktan kuşağa devredilen hüner ölçüsünde iyileşip gelişiyor. The Times, pamuklu lorduna şu karşılığı veriyor:

"Bay Edmund Potter'i, pamuklu sanayii patronlarının müstesna ve yüce önemleri öylesine etkilemiştir ki, bu sınıfı korumak ve sürdürmek, mesleklerini devam ettirmek için, yarım milyonluk işçi sınıfının, istemedikleri halde, büyük bir moral işevine kapatılmasını istiyor. 'Bu sanayi ayakta tutulmaya değer mi?' diye soruyor Bay Potter, Biz, buna, 'onurlu yollarla olmak üzere elbette' diye karşılık veriyoruz. Bay Potter, 'makineleri düzen içinde tutmaya değer mi?' diye tekrar soruyor. Burada duralıyoruz. 'Makine' sözü ile Bay Potter, insan makinesi demek istiyor; çünkü, bunların mutlak anlamda mal olarak kullanılmasını söylemek istemediğini özellikle belirtiyor. şurasını itiraf edelim ki, insan makinesini düzen içinde tutmak —yani bir yere kapatarak yağlayıp saklamak— ne bu 'çabaya değer', ne de mümkündür. İnsan makinesi, ne kadar yağlayıp silseniz, işlemeyince, gene de paslanacaktır. Ayrıca insan makinesi, gördüğümüz gibi, kendi dilediği zaman istim tutup patlayacak ya da büyük kentlerimizde çılgın gibi koşacak durumdadır. Bay Potter'in dediği gibi, yeni işçilerin yetiştirilmesi zaman alabilir, ama elimizde makinistler ile kapitalistler olduktan sonra, daima tutumlu, azimli ve çalışkan adamlar bulabilir ve bunlardan, istediğimizden çok patron-fabrikatör imal edebiliriz. Bay Potter, bu işkolunun, bir, iki ya da üç yılda canlanacağından sözediyor ve 'bu emek-gücünü göç etmeye teşvik etmemeyi ya da izin vermememizi (!) bizden istiyor. İşçilerin dışarıya gitmeyi istemeleri çok doğaldır diyor: ama bu isteğe karşın, ulusun, bir yarım milyon işçiyle 700.000 kişilik ailesini, pamuklu sanayii bölgelerine kapatabileceğini sanıyor; ve bunun zorunlu bir sonucu olarak da, ulus bunların hoşnutsuzluklarını zorla bastıracak, hepsini sadakayla besleyecek ve günün birinde pamuklu sanayii patronları bu işçilere gereksinme duyana değin bu böyle sürüp gidecek. ... Bu adalar üzerindeki büyük kamuoyunun bu 'emek-gücünü' onu, demir, kömür, pamuk gibi kullanmak isteyenlerin elinden kurtarması zamanı gelip çatmıştır."[15a]

The Times'in makalesi yalnızca bir jeu d'esprit [zeka oyunu. -ç.] idi. "Büyük kamuoyu", aslında Bay Potter'in kendisiydi ve fabrika işçileri, fabrikaların taşınabilir parçaları idiler. Zaten bunların göç etmeleri de engellendi.[16] "Moral işevlerine", yani pamuklu bölgelerine kapatıldılar ve eskisi gibi, Lancashire'lı pamuklu fabrikatörlerinin "kuvveti" olmaya devam ettiler.

Kapitalist üretim, bu yüzden, emek-gücü ile emek araçları arasındaki ayrılığı, bizzat yeniden üretir. Ve böylece de, emekçinin sömürülmesi koşullarını yeniden üretmekte ve sürdürmektedir. Emekçiyi, durmadan, yaşaması için emek-gücünü satmaya zorlamakta, ve kapitaliste, daha da zenginleşmesi için bu emek-gücünü satınalma olanağını hazırlamaktadır.[17] Kapitalist ile emekçinin pazarda, satıcı ve alıcı olarak karşı karşıya gelmeleri artık bir raslantı olmaktan çıkmıştır. Emekçiyi durmadan kendi emek-gücünün satıcısı olarak pazara gerisin geriye fırlatan ve kendi ürettiği ürünü, başkasının onu satınalabileceği araçlar haline dönüştüren şey bu sürecin kendisidir. Gerçekte emekçi, daha kendisini sermayeye satmadan önce, sermayeye aittir. Emekçinin kendisini devresel sürelerle satması, patron değiştirmesi ve emek-gücünün pazar fiyatındaki dalgalanmaları, onun ekonomik köleliğini[18] hem yaratan ve hem de gözlerden saklayan nedenler olmuştur.[19]

Demek oluyor ki, kapitalist üretim, birbirine bağlı, sürekli bir süreç, yani bir yeniden-üretim süreci olması nedeniyle, yalnızca meta ve artı-değer üretmekle kalmıyor, aynı zamanda, bir yanda kapitalist, öte yanda ücretli emekçi olmak üzere, kapitalist ilişkiyi de üretiyor ve yeniden üretiyor.[20]