a. Para-Yığma (İddihar)

Karl Marx
Metaların iki karşıt başkalaşımının devrelerindeki sürekli hareket, ya da satış ve satınalmanın hiç bitmeyen değişmesi, paranın dinmeyen devrinde ya da paranın devinmesinde oynadığı perpetuum mobile[25*] işlevinde yansır. Ne var ki, başkalaşım dizileri kesilir kesilmez, satışlar kendisini izleyecek satınalmalarla tamamlanmadığı anda para hareketli olmaktan çıkar; Boisguillebert'in dediği gibi, "meuble"den "immeuble"ye, hareketlilikten hareketsizliğe dönüşür, sikke iken para olur.

Metaların daha ilk dolaşımı ile birlikte, ilk başkalaşımının ürününü sıkı sıkıya elde tutma zorunluluğu ve tutkusu ortaya çıkmıştır. Bu ürün, metaın dönüşmüş , şekli ya da altın-krizalit biçimidir.[87] Artık metalar, başka metaları satınalmak için değil, bunların meta-biçimini, para-biçimi ile değiştirmek için satılmıştır. Metaların dolaşımını etkileyen salt amaçlar olmalarından, bu biçim değişikliği kendi başına bir amaç, bir hedef halini almıştır. Metaın bu değişmiş biçiminin, hiç bir koşula bağlı olmadan elden çıkarılabilir biçim olarak ya da yalnızca geçici para-biçimi olarak işlevini yerine getirmesi, böylece önlenmiş oluyordu. Yani para, bir küme halinde taşlaşıyor ve satıcı, para yığıcısı oluyordu.

Metaların dolaşımının ilk aşamalarında, yalnızca kullanım değerleri fazlaları paraya çevrilirdi. Altın ile gümüş, böylece, fazlalığın ya da servetin toplumsal ifadeleri halini almışlardır. Para yığıcılığın bu ilkel biçimi, geleneksel üretim biçiminin sabit ve sınırlı bir aile çevresi gereksinmelerini karşılamak için sürdürüldüğü topluluklarda süreklilik kazanmıştır. Asya halkında, özellikle Hintlilerde durum böyledir. Bir ülkedeki meta fiyatlarının, orada bulunan altın ve gümüş miktarı ile belirlendiği sanısına kapılan Vanderlint, Hint mallarının niçin bu kadar ucuz olduğunu kendi kendine sorar. Yanıt şudur: Hintliler paralarını gömerler de ondan. 1602 ila 1734 yılları arasında, aslında Amerika'dan Avrupa'ya gelmiş olan 150 milyon gümüş sterlini gömdüklerini belirtir.[88] 1856 ile 1866 yılları arasındaki 10 yılda İngiltere, Hindistan'a ve Çin'e, aldığı Avustralya altınına karşılık 120.000.000 gümüş sterlin ihraç etmiştir. Çin'e ihraç edilen gümüşün büyük kısmı, sonradan Hindistan'a akıyor.

Meta üretimi geliştikçe, her meta üreticisi, nevrus rerum'dan[26*] ya da toplumsal güvenceden emin olmak zorundadır.[89] Gereksinmeleri sürekli olarak kendisini hissettirir ve onu durmadan başkalarına ait metaları satınalmaya zorlar; oysa kendi öz mallarının üretimi ve satışı, zaman gerektirir ve koşullara bağlıdır. Satmadan satınalabilmek için, satınalmadan önce satmış olması gerekir. Bu işlem genel ölçüde ele alındığında bir çelişki taşıyormuş gibi görünür. Ama, değerli madenler, üretim kaynaklarında, öteki metalar ile dolaysız olarak değişilir. Ve işte burada, meta sahipleri tarafından yapılan satış, (altın ya da gümüş sahipleri tarafından) satınalma olmadan yapılmıştır.[90] Diğer üreticilerin ardından satınalmayı izlemeyen satışlar, yeni yeni üretilen değerli madenlerin meta sahipleri arasında dağılımını sağlar. Böylece, bütün değişim çizgisi boyunca çeşitli miktarlarda altın ve gümüş kümeleri birikir. Değişim-değerini belli bir meta biçiminde elde tutma ve biriktirme olanağı ile birlikte altın hırsı da artar. Dolaşımdaki genişlemeyle birlikte paranın gücü, her an kullanılmaya hazır bu mutlak toplumsal servet biçiminin gücü de artar. "Altın harika bir şeydir! Ona sahip olan arzuladığı her şeyi elde eder. Altınla bir kimse ruhlar cennetininin kapılarını bile açar." (Colombus'un 1503'te Jamaika'dan yazdığı mektup.) Altın, kendisine dönüşen şeyleri açığa vurmadığı için, her şey, meta olsun ya da olmasın, altına dönüştürülebilir. Her şey, satılabilir ve satınalınabilir hale gelir. Dolaşım, her şeyin içine atılabileceği ve altın-kristali olarak tekrar çıkacağı büyük bir toplumsal imbik "olur. Bu simya ilmine azizlerin kemikleri bile dayanamadıktan sonra, res sacrosancta, extra commercium hominum[27*] nasıl dayansın.[91]

Metalar arasındaki her nitel farklılık parada nasıl kayboluyorsa, para da, kendi payına, radikal eşitçiler gibi bütün farklılıkları yokeder.[92] Ne var ki, paranın kendisi de bir meta, dışsal bir nesne, herkesin özel malı olabilecek bir şeydir. Böylece toplumsal güç, özel kişilerin özel güçleri halini alır. Eskiler, bu yüzden parayı, ekonominin ve şeylerin ahlaki düzeninin yıkıcısı olarak lanetlemişlerdir.[93] Modern toplum doğar doğmaz, Plutus'u saçlarından tutarak toprağın karnından[94] çıkarmış ve altını, Kutsal Kase[28*] olarak, kendi öz yaşamının gerçek ilkesinin parıltılı cisimleşmesi olarak selamlamıştır.

Meta, içerdiği kullanım-değeriyle belli bir gereksinmeyi karşılar ve maddi servetin belli bir öğesidir. Ama bir metaın değeri, maddi servetin diğer bütün ögeleri için taşıdığı çekim gücünün derecesini ve bu nedenle sahibinin toplumsal servetini ölçer.Metaların sahibi olan bir barbar ve hatta bir Batı Avrupa köylüsü için, değer, değer-biçimi ile aynı şeydir, ve bundan dolayı, ona göre, altın ve gümüş istifindeki artış, değerde bir artış demektir. Paranın değerinin, bazan kendi değerindeki değişmenin, bazan da metaların değerlerinde bir değişmenin sonucu olarak değiştiği doğrudur. Ama bu, bir yandan, 200 ons altının 100 ons altından daha fazla değer taşımasına engel olamayacağı gibi, öte yandan da bu malın o andaki madeni biçiminin, diğer bütün metaların evrensel eşdeğer biçimi ve insan emeğinin doğrudan toplumsal cisimleşmesi olmasını da önleyemez. Para-yığma hırsı, doğası gereği doymak bilmez. Nitelik ya da biçim açısından paranın yararlılığının sınırı yoktur, yani her metaya doğrudan doğruya çevrilebildiği için maddi servetin evrensel temsilcisidir. Ama aynı zamanda, her fiili para toplamı miktar olarak sınırlıdır, dolayısıyla, satınalma aracı olarak sınırlı bir yararlılığı vardır. Paranın nicel sınırlılığı ile nitel sınırsızlığı arasındaki bu karşıtlık, istifçi için, Sisyphus-benzeri[29*] emek biriktirmesinde, para yığıcısı için, sürekli bir mahmuz olur. Bu, tıpkı, aldığı her yeni ülkede,yalnızca yeni bir sınır gören bir fatihi andırır.

Altının para olarak elde tutulması ve istiflenmesi için, dolaşımına ya da zevk aracına dönüşmesine engel olunması gerekir. Para yığıcı, bunun için, altın fetişi adına, bedeni zevklerden fedakarlık yapar. Kutsal kitabın perhiz bahsine büyük bir içtenlikle uyar. Öte yandan, dolaşımdan, ona metalar biçiminde katmış olduğundan fazlasını çekemez. Ne kadar çok üretirse o kadar çok satabilir. Çok çalışmak, tutumluluk ve hasislik onun başlıca üç erdemidir, ve çok satıp, az satınalmak ekonomi politiğin özetidir.[95]

Para yığıcılığın kaba biçiminin yanısıra, altın ve gümüş eşyalara sahip olma şeklinde, estetik bir biçimini de görüyoruz. Bu, uygar toplumun serveti ile birlikte gelişir. "Soyons riches ou paraissons riches"[30*] (Diderot). Böylece, bir yandan, altın ve gümüş için, para işlevlerinden kopuk, durmadan genişleyen bir pazar doğar, ve öte yandan, bunalım ve toplumsal çalkantılar sırasında başvurulabilecek bir kaynak doğar.

Para yığıcılığı, madeni dolaşım ekonomisinde çeşitli amaçlara hizmet eder. İlk işlevi, altın ve gümüş sikkelerin devinmelerinin tabi olduğu koşullarda doğar. Metaların dolaşımı ve fiyatlarının büyüklüğü ve hızındaki sürekli dalgalanmalarının yanısıra, dolaşımdaki para miktarının durmaksızın nasıl yükseldiğini ya da alçaldığını görmüş bulunuyoruz. Demek ki, bu kitlenin genişleyebilir ve daralabilir olması gerekir. Bazan para, dolaşan sikke olarak iş görmek üzere çekilmek, bazan da dolaşan sikke, az ya da çok durgun para olarak iş görmek üzere itilmek zorundadır. Fiilen dolaşımdaki para kitlesinin, dolaşımın emme gücünü sürekli doyum noktasında tutabilmesi için, ülkedeki altın ve gümüş miktarının, sikke olarak işlev yapması, gerekli miktardan daha fazla olması zorunludur. Bu koşul, yığılı para biçimini alan para tarafından yerine getirilir. Bu rezervler, dolaşıma para çıkarmak ya dadolaşımdan para çekmek için kanal hizmetini görürler ve böylece kanallarından dolup taşmaları önlenmiş olur.[96]