Dipnotlar - ONBEŞİNCİ BÖLÜM 1

[1] "It is questionable, if all the mechanical inventions yet made have lightened the day's toil of any human being." Mill, "of any human being not fed by other people's labour" ["başka insanların emeğiyle beslenmeyen insanın"] demeliydi, çünkü, makineler, kuşkusuz, hali-vakti yerinde aylakların sayısını büyük ölçüde artırmıştır.

[2] Örneğin bkz. Hutton, Course of Mathematics.

[3] "Bu görüş açısından hareketle, alet ile makine arasında keskin bir sınır çizebiliriz: bel, çekiç, keski vb., manivela ve vida karışımı şeyler, diğer bakımlardan ne kadar karmaşık olurlarsa olsunlar, bunları devindiren güç insandır, ... hepsi de alet kavramı içersine girer; ama hayvan gücüyle çekilen saban, yel değirmenleri ve benzeri şeylerin makineler arasında sayılması gerekir." (Wilhelm Schulz, Die Bewegung der Produktion, Zurich 1843, s. 38.)

[4] Onun zamanından önce iplik eğirme makineleri, çok ilkel olsalar da, kullanılmıştı ve İtalya belki de bunların ilk ortaya çıktığı ülkeydi. Eleştirici bir teknoloji tarihi, 18. yüzyılın buluşlarından ne kadar azının, tek bir kimsenin eseri olduğunu ortaya koyabilir. Bugüne kadar böyle bir kitap yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi, doğal teknoloji tarihine çekmiştir; yani yaşamın sürdürülmesi için, üretim aracı olarak hizmet eden, bitki ve hayvan organlarının oluşumuna dikkatimizi çekmiştir. İnsanın üretici organlarının, bütün toplumsal örgütün maddi temeli olan bu organların tarihi, aynı türden dikkate layık değil midir? Ve Vico'nun dediği gibi, insanlığın tarihini doğa tarihinden ayıran şey, ilkini bizim yapmamız ve ama ikincisini yapmamamız olduğuna göre, böyle bir tarihin derlenmesi daha kolay olmaz mı? Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini ve bu ilişkilerden doğan kavranıları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek, yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolayısıyla biricik bilimsel yöntemdir. Tarih ile tarihsel süreçleri dışarda bırakan, soyut doğal bilimsel materyalizmin zayıf noktaları, bunun sözcülerinin, kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkar çıkmaz ortaya koydukları soyut ve ideolojik kavramlardan derhal belli olur.

[5] Özellikle, mekanik dokuma tezgahının ilk şeklinde, eski tezgahı ilk bakışta farkederiz. Modern şeklinde mekanik tezgah önemli değişikliklere uğramıştır.

[6] Ancak son 15 yıldır (yani aşağı yukarı 1850'den beri) bu mekanik aletlerin gittikçe artan bir kısmı İngiltere'de makinelerle yapılmakta ve bunları da, makine yapan aynı fabrikatörler yapmamaktadırlar. Bu mekanik aletlerin yapımı için kullanılan makinelere örnekler, otomatik bobin yapma makinesi, tarak makinesi, mekik yapma makinesi, çıkrık ve iğ yapma makinesidir.

[7] Musa, "Harman döven öküzün ağzı bağlanmaz." [Deuteroneme, (Tevrat, 8. Kitap), XXV, V. 4] demişti. Oysa, Almanya'daki hıristiyan insanseverler, tersine, un öğütme işinde kullandıkları serflerin boyunlarına, elleriyle ağızlarına un koymasınlar diye tahtadan geniş bir halka geçiriyorlardi.

[8] Bir, yandan üzerlerinde uygun şelaleler bulunan akarsuların yokluğu, bir yandan da başka bakımlardan bol olan sularla savaşmak zorunda kalmaları, Hollandalıları devindirici güç olarak, rüzgara başvurmak durumunda bırakmıştır. Yel değirmenini de Hollandalılar, aslında, Almanya'dan almışlardır ve bunun oradaki icadı da, soylularla, rahipler ve imparator arasında geçen ve rüzgarın bu üçünden hangisine "ait" bulunduğu konusundaki komik bir değirmenin sonucu olmuştur. Almanya'da, hava bile kölelik getiriyor diye feryat edildiği sırada, rüzgar, Hollandalıları özgürlüğe kavuşturuyordu. Bu durumda, boyunduruk altına aldığı şey Hollandalılar değil, Hollandalılar için topraktı. 1863 yılında bile hala Hollanda'da 6.000 beygirgücünde 17.000 yel değirmeni, toprağın üçte-ikisinin tekrar bataklık haline gelmesini önlemek için kullanılıyordu.

[9] Bu makine, gerçekten de, Watt'ın ilk tek tepkili denilen makinesi ile epeyce geliştirilmişti, ama bu şekliyle, yalnızca suyu ve tuz ocaklarında sıvı maddeleri yukarıya çıkarmak için kullanılan bir makine olarak kaldı.

[10] "Tek bir motorla devindirilen bütün bu basit aletlerin biraraya gelmesi, bir makineyi meydana getirir." (Babbage, l.c., [s. 136].)

[11] 1861 Ocağında, John C. Morton, Society of Art'ta, "Tarımda kullanılan güçler" konusunda bir bildiri okudu. Burada şöyle diyor: "Toprak düzenini ileriye götüren her gelişme, buhar motorunun, salt mekanik güç üretimine daha fazla uygulahlasına yolaçıyor. ... Eğri-büğrü çitler ile giden engellerin düzenli bir hareketi engellediği yerlerde beygir gücü gereklidir. Bu engeller günden güne yokoluyor. Fiili kuvvetten çok, iradenin kullanılmasını gerektiren işlemlerde, tek uygulanabilir güç, her an insan aklının denetleyebileceği bir güç, diğer bir deyimle insan gücüdür." Daha sonra Mr. Morton, buhar gücünü, beygir gücünü ve insan gücünü, buhar makineleri için genellikle kuramları bir birime indirgiyor, yani 33.000 librelik bir ağırlığı bir dakikada bir foot yüksekliğe çıkarmak için gerekli kuvvete ve bir beygirgücünün maliyetini, saatte, buhar motoru için 3 peni, bir at için 5,5 peni olarak hesaplıyor. Ayrıca, bir at, sağlığını tam olarak sürdürmek koşuluyla bir günde 8 saatten fazla çalışmaz. Buhar gücü kullanılarak, bir yıl boyunca toprağın sürülmesinde kullanılan yedi attan en az üç tanesinden tassaruf sağlanabileceği gibi, bu, artık kullanılmasından vazgeçilen atların, kendilerinden etkili bir biçimde yararlanıldığı 3-4 aylık masraflarından daha fazla olmayan bir meblağ ile yerine getirilebilir. Son olarak, kullanılabildiği tarımsal işlemlerde buhar gücü, beygirgücüne göre yapılan işin niteliğinde bir gelişme sağlar. Bir buhar makinesinin işinin yapılması için, saatte toplam 15 şiline malolan 66 kişinin çalışmasına gerek vardır; bir atın işinin yapılması için saatte toplam 8 şiline malolan 32 insana gerek vardır.

[12] Faulhaber, 1625; De Caus, 1688.

[13] Modern türbinler, su gücünün sanayide kullanılmasını, eskiden karşılaşılan birçok engellerden kurtarmıştır.

[14] "Tekstil manüfaktürünün ilk günlerinde, fabrikanın kuruluş yeri, bir su çarkını çevirmeye yetecek güçte bir çağlayanın bulunduğu bir akarsuyun varlığına bağlıydı; ve suyla çalışan fabrikaların kuruluşu, ev sanayii sisteminin dağılışının başlangıcı olmakla birlikte, bu fabrikalar, zorunlu olarak akarsular üzerinde yer aldığı ve çoğu zaman birbirlerinden epeyce uzak mesafede oldukları için, kentten çok kırsal bir sistemin parçalarını oluştururlar; ve ancak akarsuların yerini buhar gücü aldıktan sonradır ki, fabrikalar kentlerde ve buhar elde ediimesi için yeterli miktarda kömür ile suyun bulunduğu bölgelerde toplanmıştır. Buharlı makine, fabrika kentlerinin ana-babası olmuştur." (A. Redgrave, Reports of the Insp. of Fact., 30th April, 1860, s. 36)

[15] Manüfaktürde işbölümü açısından dokumacılık basit bir iş olmayıp, tam tersine, karmaşık bir el işiydi; dolayısıyla, buharlı dokuma tezgahı, çok karmaşık iş yapan bir makinedir. Modern makinelerin, başlangıçta, yalnızca işbölümünün basitleştirildiği işlemlere elattığını sanmak tamamıyla yanlıştır. İplik eğirilmesi ve dokumacılık manüfaktür dönemi boyunca, yeni türlere bölünmüş ve emek araçları değişmiş ve geliştirilmiştir; ama emeğin kendisi hiç bir şekilde bölünmemiş, elzanaatı niteliğini korumuştur. Makineye çıkış noktası olarak hizmet eden şey, emek olmamış, emek araçları olmuştur.

[16] Mekanik sanayi çağından önce, yünlü dokuma manüfaktürü, İngiltere'de egemen manüfaktürdü. Bu nedenle, 18. yüzyılın ilk yarısında denemelerin çoğu bu sanayide yapılmıştı. Makinelerde işlenmesi için daha az dikkatli bir hazırlığı gerektiren pamuk, yün üzerinde kazanılan deneyimlerden yararlandı; tıpkı daha sonra, yünün makineyle işlenmesinin, makineyle pamuk ipliği eğirilmesi ve dokuması çizgisinde gelişmesi gibi. Ancak, 1866 yılını hemen izleyen 10 yıl boyunca, pamuklu manüfaktürün, pamuğun taranması gibi tek başına yapılan işlemler, fabrika sistemine katılmıştır. "Mekanik gücün yün tarama sürecine uygulanması ... başta Lister tipi olmak üzere tarama makinelerinin geniş ölçüde kullanılmaya başlanması ... kuşkusuz çok sayıda işçinin işten çıkartılması sonucunu doğurmuştur. Yün, eskiden elle ve çoğu kez tarakçının kulübesinde taranırdı. Şimdi ise genellikle fabrikada taranıyor ve elle taranmış yünlerin tercih edildiği bazı özel türden işler dışında, el emeği artık ortadan kalkmış bulunuyor. El tarakçılarının çoğu fabrikalarda iş buldu, ama bunlann ürünü, makineye oranla o kadar küçük oranda kalıyor ki, tarakçıların pek çoğu işsiz kaldılar." (Rep. of Insp. of Fact., 31st Oct., 1856, s. 16.)

[17] "Öyleyse, fabrika sisteminin ilkesi, işin zanaatçılar arasında bölünmesi ya da derecelenmesi yerine, sürenin kendi temel öğelerine bölünmesini koymak oluyor." (Andrew Ure, The Philosophy of Manufactures, Lond. 1835, s. 20.)

[18] Mekanik dokuma tezgahı, başlangıçta, esas olarak ağaçtan yapılırdı; geliştirilmiş modern şekli demirden yapılıyor. Üretim araçlarının eski şekilerinin, başlangıç aşamasında yeni şekillerini ne ölçüde etkilediği, diğer şeyler arasında, bugünkü mekanik tezgahın eskisiyle, eritme fırınlarındaki modern körükle, bildiğimiz demirci körüğünün başlangıçtaki mekanik taklidinin gelişigüzel karşılaştırılması ve belki de diğerlerinden daha çarpıcı olarak da, bugünkü lokomotifin icadından önce, iki ayağı olan ve tıpkı bir at gibi ayaklarını birbiri ardına yerden kaldıran bir lokomotifin yapılması çabaları ortaya koyabilir. Mekanik bilimindeki hatırı sayılır gelişmelerle pratik deneyimlerin birikiminden sonradır ki, bir makinenin şekli, bütünüyle mekanik ilkelere uygun bir durum almış ve kendisini doğuran aletin geleneksel biçiminden kurtulmuştur.

[19] Eli Whitney'in çırçır makinesi, 18. yüzyılın diğer makinelerine göre çok yakın zamanlara kadar daha az önemli değişikliklere uğramıştır. Ancak son on yılda (yani 1856'dan beri) başka bir Amerikalı, Albany'li (New York) Mr. Emery, basit olduğu kadar etkili de olan bir geliştirmeyle Whitney'in çırçır makinesini modası geçmiş hale getirmiştir.

[20] The Industry of Nations, Land. 1855, part II, s. 239. Bu yapıtta şuna da değiniliyor: "Torna tezgahına yapılan bu ek, basit ve dıştan önemsiz göründüğü halde, onun, makinelerin geliştirilmesini ve yaygınlaştırılmasını Watt'ın buhar makinesinde yaptığı geliştirmeler kadar çok etkilediğini söylemenin aşırı bir iddiada bulunmak olduğuna inanıyoruz. Onun ortaya konması, bütün makinelerin birdenbire yetkinleşesine, ucuzlamasına, icat ve ilerlemenin kamçılanmasına yolaçtı."

[21] Londra'da, [geminin -ç.] yan çark şaftlarını dövmek için kullanılan bu makinelerden birisine "Thor" denir. Bu makine 16,5 ton ağırlığında bir şaftı, demircinin at nalını dövmesi gibi döver.

[22] Küçük işlerde de kullanılabilen kereste işleme makinelerinin çoğu Amerikan icadıdır.

[23] Bilim, genellikle kapitaliste hiç bir şeye malolmaz, ama bu durum, onun bilimi sömürmesine gene de engel değildir. Başkalarına ait bilim de tıpkı başkalarına ait emek gibi sermayeye katılır. Bununla birlikte. bilime olsun, maddi servete olsun, kapitalist biçimde elkoyma ile kişisel biçimde elkoyma birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Dr. Ure'nin keridisi bile, makineden yararlanan sevgili fabrikatörleri arasında mekanik bilgi konusundaki ham bilisizliğini kınıyor, ve Liebig ise, İngiliz kimyasal madde fabrikatörlerinin kimya konusundaki şaşkınlık verici bilisizliklerini anlata anlata bitiremiyordu.

[24] Ricardo, makinenin (başka durumlarda, emek-süreci ile artı-değer yaratma süreci arasındaki genel ayrımdan öteye bir önem vermediği makinenin) bu etkisine ağırlık verir ki, arasıra, makinenin ürüne aktardığı değeri gözden kaçırarak onu doğa güçleri ile bir tutar. Örneğin şöyle söyler: "Adam Smith hiç bir zaman doğal güçlerin ve makinelerin bize yaptıkları hizmetlerin değerini küçümsemez, ama haklı olarak, o, bunların metalara kattığı değerin niteliğini ayırdeder ... bunları karşılıksız olarak iş gördükleri için, bize yaptıkları yardım, değişim değerine hiç bir şey katmış olmaz. (Ric., l.c., s. 336, 337.) Ricardo'nun bu gözlemi, makinelerin, "kar"ın bir kısmını oluşturan değer yaratıcı bir "hizmet" gördüklerini sanan J. B. Say'a yöneltildiği sürece, kuşkusuz doğrudur.

[24a] [Bir beygirgücü, dakikada 33.000 foot-libre bir kuvvete eşittir; yani 33.000 libreyi bir dakikada bir foot ya da bir libreyi 33.000 foot yüksekliğe kaldıran bir kuvvete eşittir. Metinde sözü edilen beygirgücü budur. Günlük dilde ve bu yapıttaki aktarmalarda, yer yer, aynı makinenin, "nominal", "ticari" ya da "üzerinde yazılı" beygirgüçleri arasında bir ayrım yapılmıştır. Eski ya da nominal beygirgücü, yalnızca piston kolunun boyu ile silindirin çapından hesap edilir ve buhar basıncı ile piston hızını hiç dikkate almaz. Pratikte bu şu demektir: bu makine, sanki Boulton ve Watt zamanındaki gibi, aynı düşük buhar basıncı ve aynı düşük piston hızıyla çalışıyormuş gibi, diyelim, 50 beygirgücünde olabilir. Ne var ki, bu son iki etmen, o zamandan beri büyük ölçüde artmıştır. Bugün artık, bir makinenin sağladığı mekanik gücün ölçülmesi için, silindirdeki buharın basıncını gösteren bir gösterge icat edilmiştir. Piston hızı ise kolayca hesap edilebilir. Böylece, bir makinenin "üzerinde yazılı" ya da "ticari" beygirgücü, silindirin çapını, piston boyunu, piston hızını, buhar basıncını, aynı zamanda hesaba katan ve bu makinenin bir dakikada fiilen kaç tane 33.000 libre kaldırdığını gösteren mekanik bir formül ile ifade edilir. Bu yüzden, bir "nominal" beygirgücü, üç, dört ve hatta beş "belirtilen" ya da "gerçek" beygirgücünün karşılığını sağlıyor olabilir. Bu açıklama, ilerdeki sayfalardaki çeşitli aktarmaları açıklamak amacıyla yapılmıştır. -F.E.]

[25] Kapitalist kavramlarla dolu okur, burada, doğal olarak, makinenin, kendi sermaye değeri oranında ürüne kattığı faizi arayacaktır. Ama şurası da kolayca görülebilir ki, bir makine de, değişmeyen sermayenin diğer kısımlarından daha fazla yeni değer yaratmadığı için, ürüne "faiz" adı altında herhangi bir değer katamaz. Gene açıktır ki, artı-değer üretimini de ele aldığımız bir yerde, bu değerin herhangi bir kısmının, faiz adı altında mevcudiyetini a priori olarak varsayamayız. Prima facia saçma ve değer yaratma yasalarına aykırı görünen kapitalist hesaplama biçimi, bu yapıtın üçüncü kitabında [cildinde] açıklanacaktır.

[26] Makine tarafından eklenen değerin bu kısmı, makinelerin, maddenin biçimini değiştiren makineler olarak değil de salt devindirici güç olarak kullanılan iş hayvanlarının, ve genellikle atların yerini almasıyla, hem mutlak ve hem de nispi olarak azalır. Bu nedenle, şurası da belirtilebilir ki, hayvanları basit makine olarak tanımlayan Descartes, durumu, manüfaktür döneminin gözüyle görüyordu, oysa, ortaçağların gözünde hayvanlar, tıpkı daha sonraları Von Haller'in Restauration der Staatstwissenschaften adlı yapıtında olduğu gibi, üretim biçiminde bir değişiklik olacağını bekliyordu: değişik düşünce yöntemleri sonucu, doğanın fiilen insanın boyunduruğu altına alınacağı, Discours de la Méthode adlı yapıtında açıkça görülür. [[[Eriş Yayınları'nın notu: Burada çeviri yanlışlığı bulunmaktadır. Özgün biçimi şöyledir: "Şurası belirtilebilir ki, Descartes, manüfaktür döneminin gözüyle hayvanları basit makine olarak tanımlarken, Von Haller'in "Restauration der Staatswissenshaften" yapıtında olduğu gibi, ortaçağın gözünde hayvanlar insanın yardımcısıdır. Descartes, Bacon gibi, değişik düşünce yöntemleri sonucu, üretim biçiminde değişiklik olacağı ve doğanın fiilen [pratik olarak] insanın boyunduruğu altına alınacağı beklentisini Discours de la Méthode adlı yapıtında açıklar:"]]] Burada şöyle der: "Yaşam için son derece yararlı bilgilere [felsefeye uyguladığı yöntemlerle] ulaşmak, okullarda öğretilen teorik felsefe yerine, kendisinin yardımıyla ateşin, suyun, havanın, gök cisimlerinin ve çevremizdeki diğer bütün cisimlerin güç ve etkinliklerini —zanaatçılarımızın zanaatlarını öğrenmeleri gibi kesinlikle öğrenirken— aynı zamanda en uygun oldukları yerlerde ve amaçlar için kullanmayı öğrenebileceğimiz ve böylece de" insan yaşamının yetkinleşmesine katkıda bulunacağımız "pratik bir felsefe bulmak olasıdır." [Descartes, Metot Üzerine Konuşma, MEB, Ankara 1947, Altıncı Bölüm, s. 75.] Sir Dudley North'un, Discourses upon Trade (1691) adlı yapıtının önsözünde, Descartes'ın yönteminin ekonomi politiği, altın, ticaret vb. üzerine olan eski masallardan ve boşinanlardan kurtardığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, genellikle ilk İngiliz iktisatçıları, filozofları olarak Bacon ve Hobbes'u benimsemişler daha sonraki dönemde ise, İngiltere, Fransa ve İtalya'da ekonomi politiğin cat exochn [özellikle -ç.] filozofu, Locke olmuştur.

[27] Essen ticaret odasının yıllık raporuna (1863) göre, Krupp dökme çelik fabrikalan, 161 fırın ve aşağı yukarı 2.400 işçi ile, 1862 yılında, otuziki buharlı makine (1800 yılında, bu hemen hemen Manchester'de çalışan bütün buharlı makinelerin sayısı kadardı), ondört buharlı tokmak (hepsi birlikte 1.236 beygirgücünde), kırkdokuz demirci ocağı, 203 alet makinesi ve onüç rriilyon libre dökme çelik üretmiştir. Burada her beygirgücüne iki işçi düşmez.

[28] Babbage, Java'da eğirme işinin tek başına, pamuğun değerine %117 bir katkıda bulunduğunu hesap etmektedir. Aynı dönemde (1832) ince iplik sanayiinde makine ve emeğin pamuğa kattığı toplam değer, pamuğun değerinin aşağı yukari %33'ü kadardır. (On the Economy of Machinery, s. 165, 166.)

[29] Makineyle baskı aynı zamanda boyadan da tasarruf sağlamaktadır.

[30] Dr. Watson'un 17 Nisan 1860 tarihinde Society of Arts'ta okuduğu, Reporter on Products to the Government of India başlıklı tebliğe bakınız.

[31] "Bu dilsiz işçiler" (makineler), "her zaman, aynı para değerinde oldukları zaman bile,. yerlerinden ettikleri emekten çok daha az emeğin ürünleridirler." (Ricardo, l. c., s. 40.)

[32] Bu nedenle komünist bir toplumda makinelerin kullanımı için burjuva bir topluma göre çok daha farklı bir faaliyet alanı olacaktır.

[33] "İşverenler, onüç yaşından küçük çocuklardan oluşan iki ekibi gereksiz olarak tutmak istemiyorlar. ... Gerçekte, bir grup fabrikatör, yün iplik eğiricileri, onüç yaşından küçük çocukları, yani yarım-zamanlıları, nadiren çalıştırıyorlar. Çocukların" (yani onüç yaşından küçük olanların) "yerini alan çeşitli türden gelişmiş ve yeni makineler kullanıyorlar; çocuk sayısındaki bu azalmayı anlatmak için bir süreci burada örnek olarak vermek istiyorum; bu süreçte mevcut makinelere, parçalama makinesi denilen bir aracın eklenmesiyle her makinenin özelliğine göre, altı ya da dört yarım-zaman sistemi, parçalama makinesinin bulumnasında 'dürtü' olmuştur." (Reports of Insp. of Fact., 31st Oct., 1858.)

[34] "Sefil" sözü, İngiliz ekonomi politiğinde tarım işçileri için kabul edilen deyimdir.

[35] "Makineler ... emek yükselene" (ücretler demek istiyor) "kadar çoğu zaman kullanılamaz." (Ricarde, l.c., s. 479.)

[36] Bkz: Report of the Sociel Science Congress, Edinburgh, October, 1863.

[37] Amerikan iç savaşının yolaçtığı pamuk bunalımı sırasında, pamuk işçilerinin sağlık durumlarını incelemek için İngiliz hükümetince Lancashire, Cheshire ve başka yerlere gönderilen Dr. Edward Smith, sağlık açısından ve işçilerin fabrika atmosferinden uzaklaşmaları dışında bu bunalımın bazı yararlı yanları olduğunu bildirmiştir. Kadınların, şimdi "Godfrey's cordial" ile zehirlenmek yerine, bebeklerini emzirmek için yeterli boş zamanları vardı. Yemek pişirmeyi öğrenecek zamanları da vardı. Ama ne yazık ki, bu sanatı, tam da, pişirecek bir şeyleri olmadığı bir sırada öğrenmişlerdi. Sermayenin, kendini genişletme amacıyla, aile yuvaları için gerekli-emeğe bile nasıl elkoyduğunu buradan da görüyoruz. Bu bunalım, aynı zamanda, işçilerin kızlarının dikiş okullarında dikiş öğrenmeleri için de yararlı olmuştur. Bütün dünya için iplik eğiren emekçi kızların dikiş dikmeyi öğrenebilmeleri için, bir Amerikan devrimi ve uluslararası bir bunalım gerekmişti!

[38] "Erkekler yerine gitgide daha fazla kadın ve hepsinden fazla da, yetişkin işçi yerine çocuk çalıştırılması nedeniyle işçilerin sayı bakımından artışları çok fazlaydı. Onüç yaşında üç kız çocuğu, haftada 6 şilin ile 8 şilin arasında değişen ücretle, gene haftada 18 şilin ile 45 şilin arasında ücret alan tek bir yetişkin erkek işçinin yerini almıştı." (Th. de Quincey, The Logic of Political Econ., London 1844, s. 147, not.) Çocuk bakımı ve emzirme gibi bazı aile görevleri bütünüyle ortadan kaldırılabilir şeyler olmadığı için, sermayenin elkoyduğu analar, bunun bir çaresini bulmak zorundaydılar. Dikiş, yama ve tamir gibi ev işlerinin yerine, hazır eşya satınalınması geçecekti. Böylece evde harcanan emek azaldıkça, harcanan para miktarı artıyordu. Ailenin geçim giderleri çoğalıyor, kazanç fazlasını alıp götürüyor. Buna ek olarak, yaşamak için gerekli maddelerin tüketimi ve hazırlanmasında tasarruf ve yerinde karar verme olanaksız hale geliyordu. Resmi ekonomi politik tarafından gizlenen bu olgularla ilgili bol bilgi, Children's Employment Commission'un fabrika denetmenleri raporlarında ve özellikle de Reports on Public Health'ta bulunabilir.

[39] İngiliz fabrikalarında, erkek işçilerin sermayeden zorla elde ettikleri, kadın ve çocukların çalışma saatlerinin kısaltılması gibi büyük bir olgu ile taban tabana karşıt bir durumu, Çocukları Çalıştırma Komisyonunun en son raporlarında, işçi çocukların ana ve babalarının çocuklar üzerindeki aşağılık tutumları ile ilgili ve gerçekten dehşet verici ve tamamıyla köle ticaretini andırır davranışlarında görüyoruz. Ama aynı ikiyüzlü kapitalist, aynı raporlardan görülebileceği gibi, kendi eliyle yarattığı, sürdürdügü, sömürdüğü ve üstelik, "çalışma özgürlüğü" adını taktığı bu vahşeti lanetler. "Hatta kendi günlük ekmeklerini kazanmaları için ... çocuk işçiler yardıma çağrılmıştı, Kendileri için çok ağır olan böylesine güç bir çalışmaya dayanacak güçten, gelecekteki yaşamlarına yön verecek eğitimden yoksun bir halde, fizik ve moral yönden pis bir ortam içersine fırlatılıp atıldılar. Kudüs kentinin Titüs tarafından yıkılması üzerine bir Yahudi tarihçi, insanlığını yitirmiş bir ananın korkunç açlığını gidermek için kendi öz evladını feda etmesi üzerine, bu kentin böylesine bir yıkıma uğramasına hiç şaşmamak gerektiğine dikkati çekmişti." (Public Economy Concentrated, Carlisle 1833, s. 66.)

[40] A. Redgrave, Reports of Insp. of Fact., for 31st October, 1858 s. 40, 41.

[41] Children's Employment Commission, Fifth Report, London 1866,, s. 81, n° 31. [Dördüncü Almanca baskıya ek.—- The Bethnal Green ipekli sanayii şimdi neredeyse yokolmuştur. - F.E.]

[42] Children's Employment Commission, Third Report. London 1864, s. 53, n° 15.

[43] l. c., Fifth Report, s. xxii, n° 137.

[44] Sixth Report on Public Health, Lond. 1864, s. 34.

[45] "Bu" (1861 araştırması) "... ayrıca şunu da göstermiştir ki, anlatılan koşullar altında çocuklar, annelerinin çalışmalarından ileri gelen ihmal ve bakımsızlık yüzünden yokolup gittikleri gibi, anneler de çocuklarına karşı elem verici derecede yabancılaşmakta, çoğu kez ölümleri karşısında fazla keder duymamakta ve hatte bazan ... bunu sağlamak için doğrudan doğruya önlem almaktadırlar." (l.c.)

[46] l. c., s. 454.

[47] l.c., s. 454-463. Dr. Henry Julien Hunter'ın, İngiltere'nin bazı kırsal bölgelerindeki fazla çocuk ölümleri üzerine raporu.

[48] l.c., s. 35, 455, 456.

[49] l.c., s. 456.

[50] Tarımsal bölgelerde olduğu gibi fabrika bölgelerinde de, hem erkek ve hem de kadın yetişkin işçiler arasındaki afyon tüketimi, her gün biraz daha artmaktadır. "Uyuşturucu madde satışını hızlandırmak ... bazı girişken toptancı tüccarların başlıca amacıdır. Eczacılar bunu, sürümü en fazla madde saymaktadırlar." (l.c., s. 459.) Uyuşturucu madde alan çocuklar, "ihtiyar adamlar gibi kavrulmakta" ya da "küçük maymunlar gibi kartlaşmaktadırlar." (l.c., s. 460.) Burada, Hindistan ile Çin'in, İngiltere'den nasıl öç aldıklarını görüyoruz.

[51] l.c., s. 37.

[52] Rep. of. Insp. of Fact., for 31st Oct., 1862, s. 59. Mr. Baker daha önce hekimlik yapmıştır.

[53] L. Horner, Reports of Insp. of Fact., for 30th June, 1857, a. 17.

[54] L. Homer, Rep. of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1855, s. 18, 19.

[55] Sir John Kincaid, Rep. of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1858, s. 31, 32.

[56] L. Homer, Reports etc., 31st. Oct., 1857, s. 17, 18.

[57] Sir J. Kincaid, Reports etc., 31st oct., 1856, s. 66.

[58] A. Redgrave, Rep. of Insp. of Fact., 31st Oct., 1857, s. 41-42. Fabrika yasasının (metinde sözü edilen basma işleri yasası değil) bir süredir yürürlükte bulunduğu sanayi kollarında, eğitim maddesinin önüne çıkan engeller son yıllarda kaldırılmıştır. Yasa kapsamına girmeyen sanayi kollarında, cam fabrikatörü Mr. J. Geddes'in görüşleri hala geniş ölçüde egemendir. Araştırma komisyonu üyesi Mr. White'a şu bilgileri vermiştir: "Benim gördüğüm kadarıyla, işçi sınıfının bir kısmının son yıllarda yararlandığı daha büyük ölçüdeki eğitim, kötü bir şeydir. Onları bağımsız hale getirdiği için tehlikelidir." (Children's Empl. Comm., Fourth Report, Lond. 1865, s. 253.)

[59] "Fabrikatör Mr. E. ... bana, buharlı dokuma tezgahlarında yalnız kadınları çalıştırdığını ... evli kadınları ve özellikle evde bakımıyla sorumlu aileleri bulunanları yeğlediğini söyledi; bunlar, bekar kadınlara göre daha dikkatli ve yumuşakbaşlı oluyorlar ve gerekli tüketim maddelerini sağlayabilmek için bütün çabalarını harcıyorlardı. Böylece, kadına özgü erdemler, onun aleyhine olarak kullanılıyor ve fabrikalarında varolan en ince görev duygusu ve şefkat, onun köleleştirilmesi ve ıstırap çekmesi için birer araç haline getiriliyordu." (Ten Hours' Factory Bill. The Speech of Lord Ashley, March 15th, Lond. 1844, s. 20.)

[60] "Makinenin yaygın şekilde kullanılmasından beri, insan doğası, ortalama gücünün çok ötesinde zorlanıyor." (Rob[ert] Owen, Observations on the Effects of the Manufacturing System, 2. ed., Lond. 1817, [s. 16].)

[61] Bir şeyin görünüşünün en eski şeklini, onun varlık nedeni olarak görmeye eğilimli İngilizler, fabrikalardaki uzun çalışma saatlerini, kapitalistlerin, fabrika sisteminin emekleme çağında, işlevleri ile yetimhanelerden yaptıkları ve bu yoldan kendilerine, savunmasız sömürü malzemesi sağladıkları, geniş ölçüdeki çocuk hırsızlıklarına bağlamak alışkanlığındadırlar. Örneğin, kendisi de bir fabrikatör olan Fielden şöyle diyor: "Şurası açıktır ki, uzun çalışma saatleri, ülkenin her yerinden sağlanan çok sayıda kimsesiz çocuğun varlığı nedeniyle ortaya çıkmıştır; böylelikle patronlar işçilerden bağımsız duruma gelmişler ve bu şekilde sağlamış olduklan bu zavallı malzeme aracılığı ile sağladıkları usule dayanarak bunu komşularına daha büyük bir kolaylıkla kabul ettirmişlerdir." (J. Fielden, The Curse of the Factory System, Lond. 1836, s. 11.) Kadınların çalıştırılmasıyla ilgili olarak fabrika denetmeni Saunders, 1844 tarihli raporunda şunları söylüyor: "Kadın işçiler arasında öyleleri var ki, birkaç gün dışında ardarda birçok hafta, iki saatten az bir yemek paydosu ile sabah altıdan gece yarısına kadar çalıştırılmaktadır; böylece haftanın 5 gününde kendilerine ancak eve gidip gelmek ve yatmak için 24 saatteri 6 saat kalmaktadır."

[62] "Metal mekanizmanın hareketli hassas kısımlarındaki arızanın nedeni ... hareketsizlik olabilir." (Ure, l.c. s. 281.)

[63] "Daha önce sözü edilen Manchester'li İplikçi (Times, 26 Kasım 1862) bu konuya ilişkin olarak şöyle diyor: "O" (yani, "makinelerin yıpranma fonu") "makinelerin daha eskimeden daima daha yeni ve daha iyi yapılmış olanları ile değiştirilmelerinden ileri gelen kayıpları karşılamak için de konulmuştur."

[64] "Kaba bir tahmine göre, yeni icat edilmiş bir makinenin ilkinin yapımı, ikincisinin yapımından, aşağı yukarı beş katına malolur." (Babbage, l.c., s. 211, 212.)

[65] "Yakın zamanlarda tül yapımı alanında meydana gelen gelişmeler o kadar büyük olmuştur ki, 1.700 sterlin değerinde iyi durumda bir makine birkaç yıl sonra 60 sterline satılmıştır ... gelişmeler birbirini öylesine büyük bir hızla izlemiştir ki, henüz daha son şeklini almamış durumdaki makineler, yeni gelişmeler bunları modası geçmiş hale getirdiği için yapımcıların ellerinde kalmışlardır." (Babbage, l.c., s. 233 ) Bu fırtınalı atılım döneminde, bu nedenle, tül fabrikatörleri, çok geçmeden işgününü, iki posta çalışan işçilerle başlangıçtaki 8 saatten 24 saate çıkarmışlardır.

[66] "Şurası açıktır ki, piyasanın gelgitleri ve talebin ardarda genişlemesi ve daralması ortamında ... eğer, binalar ve makineler için ek harcama gerektirmeksizin, daha fazla hammadde işlenebilecekse, fabrikatörün, ek değişmeyen sermaye kullanmaksızın, ek değişen sermaye kullanabilmesine olanak veren fırsatlar çıkacaktır." (R. Torrens, On Vages and Combination, London 1834, s. 64.)

[67] Bu durum, yalnızca bir bütünlük sağlanması için sözkonusu edilmiştir, çünkü ben, kar oranını, yani artı-değerin yatırılan toplam sermayeye oranını, üçüncü kitaba [cilde] gelene kadar ele almayacağım.
[68] Senior, Letters on the Factory Act, London 1837, s. 13, 14.

[69] "Sabit sermayenin, döner sermayeye oranının büyüklüğü ... çalışma saatlerinin uzunluğunu istenilir duruma getirmektedir." Makinelerin vb. daha fazla ölçüde kullanılması ile, "uzun çalışma saatlerini uzatma dürtüsünü daha da artırıyor, çünkü sabit sermayenin büyük bir kısmını karlı duruma getirmenin tek yolu budur." (l.c., s. 11-13.) "Bir fabrikada, ister kısa, ister uzun süreli çalışma saati uygulansın, aynı oranda devam edip giden bazı giderler vardır, örneğin kiralar, vergiler, yangın sigortası, bazı devamlı hizmetlilerin ücretleri, makinelerin yıpranması ve işletmenin yüklenmek durumunda bulunduğu, kara olan oranları, üretimin azalmasıyla yükselen diğer çeşitli giderler gibi." (Reports of the Insp. of Fact., for 31st Oct.. 1862, s. 19.)

[70] Kapitalist ile, onun görüşlerini aynen benimseyen ekonomi politikçilerin bu işin özünde yatan çelişkinin bilincine niçin varmadıkları, üçüncü kitabın [cildin] ilk kısmında görülecektir.

[71] Ricardo'nun en büyük yararlılıklarından biri de, makinede, yalnız meta üretme aracı değil, "reduntant population" ["nüfus fazlalığı" -ç.] yaratma özeIliğini de görmüş olmasıdır.

[72] F. Biese, Die Philosophie des Aristoteles, Zweiter Band, Berlin 1842, s. 408.

[73] Tıpkı, işbölümü ile ilgili daha önceki aktarmalardaki anlayış içersinde, antik ve modern gürüşler arasındaki karşıtlığı aydınlığa kavuşturduğu için, bu şiirin Stolberg tarafından yapılmış çevirisini aşağıda veriyorum. "Ey değirmenci kızlar, koruyun tahıl üreten ellerinizi ve uyuyun tatlı tatlı. Horoz boşuna ötsün sabahleyin! Deo, kızların işini, Su Perileri yapsın buyurdu ve şimdi onlar çarklar üzerinde keklik gibi sekiyorlar, sarsılan dingiller dönüyor tekerlekleriyle ve çeviriyor ağır değirmen taşlarını. Gelin sürelim atalarımızın yaşamını, çekelim elimi işten ve Tanrıçaların bağışladığı şeylerin sürelim keyfini."
"Schonet der mahlenden Hand, o Müllerinnen, und schlafet
Sanft! es verkünde der Hahn euch den Morgen umsonst!
Däo hat die Arbeit der Mädchen den Nymphen befohlen.
Und itzt hüpfen sie leicht über die Räder dahin.
Dass die erschütterten Achsen mit ihren Speichen sich wälzen,
Und im Kreise die Last drehen des wälzenden Steins.
Lasst uns leben das Leben der Väter, und Lasst uns der Gaben
Arbeitslos uns freun, welche die Göttin uns schenkt."
(Gedichte aus dem Griechischen übersetzt, von Christian Graf zu Stolberg, Hamburg 1782.)

[74] Çeşitli sanayi kollarındaki iş yoğunluklarında, kuşkusuz daima farklılıklar vardır. Ama bu farklılıklar, Adam Smith'in de gösterdiği gibi, her türden işe özgü şekiller ile bir ölçüde birbirini telafi eder. Bununla birlikte, değer ölçüsü olarak emek-zamanı, ancak, emeğin yoğunluğu ile süresinin bir ve aynı emek niceliğinin birbirine karşit ve biri diğerini dıştalayan ifadelerini temsil ettiği ölçüde etkilenir.

[75] Özellikle, bu kitabın [cildin] Dördüncü Kısmında inceleyeceğimiz parça-başına ödenen ücretle.

[76] Bkz: Rep. of Insp. of Fact.. for 31st October, 1865.

[77] Rep. of Insp. of Fact., for 1844 and the quarter ending 30th April 1845, s. 20-21.

[78] l.c., s. 19. Parça-başı ücret değişmediği için, haftalık ücretler, üretilen miktara bağlı bulunuyordu.

[79] l.c., s. 20.

[80] Yukardaki deneylerde moral öğe, önemli bir rol oynuyordu. İşçiler fabrika denetmenine şunları anlatmıştı: "Daha büyük bir zevkle çalışıyoruz, gece daha erken işten çıkma ödülü daima aklımızdadır ve en gencinden en yaşlısına kadar, bütün fabrikaya canlı ve neşeli bir ruh egemendir, birbirimize çok yardım ederiz." (l.c., s. 21.)

[81] John Fielden, l.c., s. 32.

[82] Lord Ashley, l.c., s. 6-9 passim.

[83] Rep. of Insp. of Fact., for Quarter ending 30th September, 1844, and from 1st October, 1844, to 30th April, 1845, s. 20.

[84] l.c., s. 22.

[85] Rep. of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1862, s. 62.

[86] Bu, 1862 tarihli "Parlamento Kararı" ile değiştirildi. Burada, modern buharlı makineler ve su çarklarının fiili beygirgücünün yerini nominal beygirgücü almıştır. Çift iğler de (1839, 1850 ve 1856 kararları tersine) iplik eğirme işleri arasında yer almadığı gibi, yünlü dokuma fabrikalarında, "gigs" ["kabartma tezgahı" -ç.] sayısı eklenmiş, bir yandan jüt ve kenevir fabrikaları, öte yandan keten fabrikaları arasında ayrım yapılmış ve ensonu çorap dokumacılığı ilk kez rapora alınmıştır.

[87] Rep. of Insp. of Fact., for 31st October, 1856, s. 13-14, 20 ve 1852, s. 23.

[88] l.c., s. 14-15.

[89] l.c., s. 20.

[90] Reports, etc., for 31st October, 1858, s. 9-10. Karş: Reports, etc., for 30th April, 1860, s. 30 vd..

[91] Reports of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1862, s. 100 ve 130.

[92] Şimdi bir dokumacı 2 modern buharlı tezgah ile, 60 saatlik bir haftada, belli nitelik, genişIik ve uzunlukta 26 parça iş yapmaktadır; oysa eski tezgahı ile 4 parçadan fazla yapamazdı. Böyle bir parça kumaşın dokunma maliyeti, 1850'den hemen sonra 2 şilin 9 peniden 51/8 peniye düşmüştür.
"Otuz yıl önce" (1841) "bir iplikçi üç çırağıyla birlikte, 300-324 iğli bir çift eğirme tezgahından fazlasına bakamazdı. Şimdi ise" (1871) "beş çırağın yardımı ile 2.200 iğe bakmak durumundadır ve 1841 yılına göre yedi katından fazla üretimde bulunabilmektedir." (Fabrika denetmeni Alex Redgrave, Journal of the Soc. of Arts, 5th January, 1872.)

[93] Rep. of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1861, s. 25, 26.

[94] Sekiz saatlik işgünü için hareket, şimdi (1867) Lancashire'da fabrika işçileri arasında başlamış bulunuyor.

[95] Aşağıdaki birkaç sayı, Birleşik Krallık'ta 1848'den beri, "fabrika" sayısındaki artışı göstermektedir:

İhracat miktarı
1848
İhracat miktarı
1851
İhracat miktarı
1860
İhracat miktarı
1865
Pamuk
  Pamuk ipliği (libre)
  Dikiş ipliği (libre)
  Pam. kumaş (yarda)
Keten ve Kenevir
  İplik (libre)
  Kumaş (yarda)
İpekli
  İplik (libre)
  Kumaş (yarda)
Yünlü
  Yün ve bükme İplik (libre)
  Kumaş (yarda)

135.831.162

1.091.373.930

11.722.182
88.901.519

466.825*




143,966,106
4.392.176
1.543.161.789

18.841.326
129.106.753

462.513
1.181.455**

14.670.880
151.231.153

197.343.655
6.297.554
2.776.218.427

31.210.612
143.996.773

897.402
1.307.293**

27.533.968
190.371.537 

103.751.455
4.648.611
2.015.237.851

36.777.334
247.012.329

812.589
2.869.837

31.669.267
278.837.418

* 1846. -Ed. ** libre. -Ed
İhracat değeri
1848
İhracat değeri
1851
İhracat değeri
1860
İhracat değeri
1865

Pamuklu
  İplik
  Kumaş
Keten ve Kenevir        
  İplik
  Kumaş
İpekli
  İplik
  Kumaş
Yünlü
  İplik
  Kumaş
£   

5.927.831
16.753.369

493.449
1.802.789

77.789


776.975
5.733.828
£   

6.634.026
23.454.810

951.426
4.107.396

196.380
1.130.398

1.484.544
8.377.183
£   

9.870.875
42.141.505

1.801.272
4.804.803

826.107
1.587.303

3.843.450
12.156.998
£   

10.351.049
46.903.796

2.505.497
9.155.358

768.064
1.409.221

5.424.047
20.102.259


Mavi kitaplara bkz: Statistical Abstract of the United Kingdom, n° 8 ve n° 13. Lond., 1861 ve 1866. Lancashire'da, 1839 ile 1850 arasında fabrika sayısı yalnız %4; 1850 ile 1856 arasında %19; 1856 ile 1862 arasında %33 artmıştır; oysa, yukardaki 11 yıllık dönemlerin herbirinde burada çalıştırılan işçi sayısı mutlak olarak artmış, nispi olarak azalmıştır. (Bkz: Rep. of Insp. of Fact., for 31st Oct., 1862, s. 63.) Pamuklu fabrikaları Lancashire'da ağır basar. Birleşik Krallık'taki toplam tekstil fabrikalarının %45,2'sinin, iğlerin %83,3'ünün; buharlı dokuma tezgahlarının %81,4'ünün, mekanik beygirgücünün %72,6'sının, ve çalıştırılan toplam personel sayısının %58,2'sinin burada toplandığını düşünürsek, bu bölgedeki pamuklu sanayiin ezici niteliği konusunda bir fikir edinmiş oluruz. (l.c., s. 62-63.)





[1*] Devri-daim. -ç.

[2*] "Seçkin iplikçi", "büyük sosis fabrikatörü" ve "saygın kundura boyası tüccarı". -ç.

[3*] Çile. -ç.

[4*] Atkı. -ç.