İkinci Kesim. - Artı-Emek Hırsı, İmalatçı ve Boyar

Karl Marx
Sermaye, artı-emeği icat etmemistir. Toplumun bir kesiminin üretim araçları üzerinde tekele sahip olduğu her yerde, işçi, özgür olsun olmasın, kendi varlığını sürdürmek için gerekli emek-zamanına, üretim araçlarına sahip olanların yaşamaları için gerekli tüketim maddelerini üretmek için de[45] fazladan bir emek-zamanı eklemek zorunda kalmıştır; üretim araçlarının tekelini elinde bulunduran bir kimse ister Atinalı kaloz k'agadoz, [Aristokrat. -ç.] Etrüsklü teokrat, Romalı yurttaş, Norman baronu, Amerikalı köle sahibi, Eflaklı boyar, modern toprak sahibi ya da kapitalist olsun, bu, hep böyledir.[46] Bununla birlikte, şurası da açıktır ki, ürünlerin değişim-değerinin değil, kullanım-değerinin egemen olduğu toplumun herhangi bir belli ekonomik oluşumunda, artı-emek, az ya da çok olabilen belirli gereksinmeler grubu ile sınırlı olur, ve üretimin kendi niteliğinden, artı-emeğe karşı sınırsız bir açlık doğmaz. Bu nedenle, antikçağda, ancak özgül bağımsız para biçiminde değişim-değeri elde etmek amacıyla, altın ve gümüş üretiminde,aşırı-çalışma korkunç bir hal almıştır. Ölesiye zorla çalışma, burada, kabul edilmiş aşırı-çalışma şekli idi. Bu konuda yalnız Diodorus Siculus'u okumak yeter.[47] Gene de bunlar, antikçağda istisnalardır. Ama, üretimleri, henüz köle emeği ve angarya vb. gibi aşağı şekiller içinde dönüp duran halk, kapitalist üretim tarzının ağır bastığı uluslararası piyasanın girdabına kapılıp da ürünlerinin satışının ihracata yönelmesi başlıca kaygıları haline gelince, kölelik, serflik vb. gibi barbarca aşırı-çalışma dehşetine, bir de uygar aşırı-çalışma dehşeti eklendi. Amerika Birleşik Devletleri'nin Güney eyaletlerinde zenci emeği, üretim, esas olarak doğrudan doğruya yerel tüketime yöneldiği sürece, ataerkil özelliğini korumuştur. Ama pamuk ihracının bu eyaletlerin hayati çıkarları halini alması ölçüsünde, zencilerin aşırı-çalıştırılması ve bazan yaşamlarının 7 iş-yılında tükenip gitmesi, bu hesaplı kitaplı sistemin bir öğesi halini aldı. Artık sorun, köleden belli miktarda yararlı ürün sağlanması değil, bizzat artı-emeğin üretilmesi idi. Örneğin Tuna Prensliklerinde (şimdi Romanya) angarya için de durum böyleydi.

Tuna Prensliklerindeki artı-emek hırsının İngiliz fabrikalarındaki artı-emek hırsı ile bir karşılaştırmasını yapmanın özel, ilginç bir yanı vardır, çünkü angaryada artı-emek bağımsız ve gözle görülür bir biçimdedir.
İşgünü, diyelim ki, 6 saat gerekli-emekle, 6 saat artı-emeği içersin. Bu durumda, özgür işçi her hafta kapitaliste 6 x 6 = 36 saat artı-emek verir. Haftada üç gün kendisi için, üç gün de kapitalist için çalışsa aynı şey olurdu. Ama bu durum, yüzeyde görülmez. Artı-emek ile gerekli-emek birbirine karışmiş durumdadır. Bunun için de ben aynı ilişkiyi, örneğin, işçi her dakikada 30 saniye kendisi için, 30 saniye de kapitalist için çalışıyor diye ifade edebilirim. Ama angarya için böyle değil. Eflaklı köylünün kendi yaşamı için harcadığı gerekli-emek, boyar için harcadığı artı-emekten belirli sekilde ayrılmıştır. Bunlardan birincisini kendi tarlasında harcar, diğerini efendisinin malikanesinde. Emek-zamanının her iki kısmı da bu nedenle birbirinden bağımsız, ama yanyana vardır. Angaryada artı-emek, gerekli-emekten kesinlikle ayrılmıştır. Ne var ki, bu durum, artı-emeğin gerekli-emekle miktar yönünden ilişkisi bakımından hiç bir değişiklik yapmaz. Haftada üç günlük artı-emek, ister buna angarya, ister ücretli-emek densin, işçinin kendisine bir eşdeğer sağlamaz. Ama kapitalist için artı-emek hırsı, işgününün sınırsız olarak uzatılması yolunda bir baskı olarak kendini gösterir, boyarda ise daha basitinden doğrudan doğruya angarya günleri avcılığı şeklindedir.[48]

Tuna Prensliklerinde angarya, aynı rant ve köleliğin diğer yükümlülükleri ile karışmıştı, ama egemen sınıfa ödenen en önemli haracı teşkil ediyordu. Böyle durumlarda, angarya ender olarak serflik sisteminden doğuyordu; tersine, serflik çoğu zaman angaryadan doğuyordu.[6*] Romanya eyaletlerinde durum böyle olmuştur. Özgün üretim biçimleri, toprağın ortaklığına dayanıyordu, ama bu, İslav ya da Hint biçiminde deıildi. Toprakların bir kısmı, serbest özel mülkiyet olarak topluluğun üyeleri tarafindan, diğer kısmı -ager publicus [kamu toprağı. -ç.]- ortaklaşa ekilirdi. Bu ortak emeğin ürünü, kısmen kötü ürün ve diğer olasılıklar hesaba katılarak yedek fon olarak, kısmen de savaş harcamalarını, dinsel giderleri ve diğer ortak harcamaları karşılamak üzere kamu geliri olarak kullanılırdı. Zamanla askeri ve dinsel bakımdan ileri gelenler, topluluğa ait ortak topraklarla birlikte, bunlar üzerinde harcanan emeğe de elkoydular. Özgür köylülerin ortak toprak üzerindeki emeği, bu ortak toprağın hırsızları hesabına angaryaya dönüştü. Bu angarya, çok geçmeden serflik ilişkileri halinde gelişti ve, dünyanın kurtarıcısı rolündeki Rusya, serfliği ortadan kaldırma bahanesi altında buna yasal bir biçim verene kadar hukuken değil ama fiilen devam etti. Rus generali Kisselef'in 1831'de yayınladığı angarya kanunnamesi, kuşkusuz, boyarlar tarafından dikte ettirilmiştir. Böylece Rusya, bir vuruşta Tuna eyaletlerini kendine çekiyor, ve bütüp, Avrupa'nın budala liberallerinin alkışlarını kazanıyordu.

Angarya kanunnamesinin adı olan Réglement orgaizique'e göre, Eflaklı her köylü, sözde-toprak sahibine, bir yığın aynı ödemeler dışında: (1) 12 gün genel hizmet; (2) bir gün tarlada çalışma; (3) bir gün de odun taşıma, hizmetini yerine getirecekti. Hepsi yılda 14 gündü. Ne var ki, ekonomi politiğe olan derin bir kavrayışla bu işgünleri olağan anlamda değil, ortalama günlük ürünün üretilmesi için gerekli işgünü diye alınmış, ve bu ortalama günlük ürün de o kadar kurnazca belirlenmiştir ki, hiç bir Tepegözün bu işin üstesinden 24.saatte gelmesine olanak bırakılmamıştı. Réglement, kuru sözcüklerle ve gerçek bir Rus alaycılığı ile, 12 işgününden, 36 günlük el emeği ürününün, 1 günlük tarla çalışmasından 3 günün, ve 1 gün odun taşınmasından gene üç katının anlaşılması gerektiğini ilan eder. Yani toplam 42 günlük angarya. Buna, bir de, olağanüstü.zamanlarda efendiye sağlanacak Jobaji denilen hizmetin eklenmesi gerekiyor. Nüfusuyla orantılı olarak, her köyün, yılda, bu Jobaji için belli bir miktar ayırması gerekiyordu. Bu ek angaryanın her Eflaklı köylüye 14 gün yüklediği tahmin ediliyor. Böylece yasayla belirli angarya, yılda 56 işgünü oluyordu. Ama Eflakta tarım yılı sert iklim nedeniyle yalnızca 210 gündü ve bunun da 40 günü pazar ve bayramlar, ortalama 30 günü kötü havalar olmak üzere 70 günü sayılmazsa, geriye 140 işgünü kalıyordu. Angaryanın gerekli-emeğe orani 56/84 ya da %662/3, İngiliz tarım veya sanayi işçisininkinden çok daha küçük bir artı-değer oranı ifade eder. Ne var ki, bu, yalnızca yasa ile belirlenmiş angaryadır. İngiliz Fabrika Yasalarından daha "liberal" bir görünüş altında olmasına karşın, Réglement organique, kendi getirdiği hükümlerden kaçınmanın yollarını da açmıştı. 12 günden 56 gün çıkarttıktan sonra, bu 56 angarya gününün herbirinin itibari günlük çalışması yeniden öyle düzenlerimişti ki, bunun bir bölümü, ertesi güne düşecek şekildeydi. Örneğin, bir günde yabanıl otlardan temizlenecek toprak parçasının büyüklüğü öylesine olurdu ki, özellikle mısır tarlalarında bu işin yapılması için iki kat zaman gerekirdi. Bazi tarımsal işlerde yasayla belirli günlük çalışma öyle yorumlanırdı ki, gün mayıs ayında başlar, ekim ayında biterdi. Moldavya'da koşullar daha da ağırdır. "Zafer sarhoşluğu içersinde bir boyar, Réglement organique'teki 12 angarya günü, yılda 365 gün eder diye bağırmıştı."[49]

Eğer Tuna eyaletlerinin Réglement organique'i, her paragrafı yasalaşmış artı-emeğin hırsının olumlu ifadesi idiyse, İngiliz Fabrika Yasaları da, aynı açgözlülüğün olumsuz ifadesidir. Bu yasalar, sermayenin, emek-gücünü sınırsız bir şekilde soğurması tutkusunu, kapitalistler ile toprak sahiplerinin yönettiği bir devlet tarafından yapılan düzenlemelerle işgününe zorunlu sınırlamalar koyarak önlüyordu. Her gün daha tehlikeli hal alan işçi sınıfı hareketinden ayrı olarak, fabrikada çalışmanın sınırlandırılması, İngiltere'de tarlaların kuvvetli bir biçimde gübrelenmesini kaçınılmaz hale getiren aynı zorunluluk ile dikte edilmiştir. Aynı kör yağma hırsı, birinde toprağı tüketiyor, diğerinde ulusun yaşayan gücünü kökünden söküyordu. Devresel salgın hastalıklar, Almanya ile Fransa'da askeri gücün azalmasını açıkladığı gibi, bu noktayı da açıkça gözler önüne seriyordu.[50]

Şimdi (1867) yürürlükte olan 1850 tarihli Fabrika Yasası ortalama işgünü için 10 saate izin veriyor; ilk 5 gün için sabah altıdan akşam-altıya kadar 12 saat, buna yarım saatlik kahvaltı paydosu ile bir saatlik öğle yemeği paydosu dahil olup geriye 10½ kalıyordu; cumartesileri sabah 6'dan öğleden sonra 2'ye kadar 8 saattir, buna yarım saatlik kahvaltı paydosu dahildir. Böylece, ilk 5 gün için 10½ saat ve son gün için 7½ saat olmak üzere toplam 60 işsaati oluyordu.[51] Bu yasaların uygulanmasını denetlemek üzere doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlı fabrika deneticileri atandı ve bunların raporları, diğer parlamento raporları ile birlikte altı ayda bir yayımlandı. Bunlar, artı-değer konusunda kapitalistlerin doymak bilmez oburluklarını gösteren düzenli ve resmi istatistikleri içeriyordu.

Şimdi bir an fabrika denetmenlerine kulak verelim.[52] "Hilekar fabrika sahipleri, işe, sabah saat altıdan bir çeyrek saat önce (bazan daha fazla, bazan daha az) başlıyorlar ve akşam saat altıdan bir çeyrek saat sonra (bazan daha çok, bazan daha az) son veriyorlar. Kahvaltı için itibari olarak izin verilen yarım saatin başlangıcından da sonundan da 5 dakika aldıkları gibi, öğle yemeği için itibari olarak izin verilen bir saatin gene başlangıcından ve sonundan 10'ar dakikasını almaktadırlar. Cumartesileri saat 2'den sonra bir çeyrek saat (bazan daha fazla, bazan daha az) fazla çalışmaktadır. Kazancı böylece şuna ulaşıyor.


Sabah altıdan önce 15 dakika
Akşam altıdan sonra 15 dakika
Kahvaltı zamanında 10 dakika
Öğle yemeği zamanında 20 dakika
... 60 dakika
Beş günde: 300 dakika
Cumartesi sabah altıdan önce 15 dakika
Kahvaltı zamanında 10 dakika
Öğleden sonrası 2'den sonra 15 dakika
... 40 dakika
Haftalık toplam: 340 dakika

Haftalık 5 saat 40 dakika, yılda 50 çalışma haftası ile (iki hafta tatiller ve beklenmeyen olaylar için çıkınca) çarpıldığında, sonuç 27 işgününe eşit olur.[53]

"Her gün 5 dakikalik fazla çalışma, haftaların sayısı ile çarpılınca yılda ikibuçuk günlük üretime eşit olur."[54]
"Sabah 6'dan önce ve akşam 6'dan sonra ve yemek zamanı için saptanan sürenin başında ve sonunda günde ufak parçalar halinde kazanılan bir saat, yılda neredeyse 13 ay çalışmaya eşittir."[55]

Üretimin kesintiye uğradığı ve fabrikaları "kısa süre", yani haftanın yalnızca bir bölümünde çalıştığı bunalımlar, doğaldır ki, işgününü uzatma eğilimini etkilemez. İşin azlığı ölçüsünde yapılan işten sağlanan karın da büyük olması gerekir. İşe harcanan zaman ne kadar azsa, bu zamanın o kadar büyük kısmı fazla emek-zamanına çevrilmelidir.

1857'den 1858'e kadarki bunalım dönemi konusunda fabrika denetmeni raporu şöyle:

"Ticaretin böyle bozuk gittiği bir zamanda, herhangi bir şekilde aşırı-çalışma tutarsız görünebilir, ama işlerdeki bu bozukluk vicdansız kimseleri aşırılıklara götürür, ve bunlar, bundan fazladan bir kar sağlarlar. ... Leonard Horner, son altı ay içersinde, diyor, bölgemde 122 fabrika tamamen işten çekildi, 143'ü de işlerini durdurdu" ama aşırı-çalışma gene de yasal saatler ötesinde sürdürülmektedir.[56]

Bay Howell, "Ticaretteki bunalım yüzünden" diyor, "fabrikaların çoğu çok uzun bir süre için tümüyle kapandı, daha büyük bir kısmı da kısa süreli olarak çalışıyor. Bununla birlikte, ben, gene de işçilerin yasayla tanınmış dinlenme ve yemek zamanlarından her gün yarım ya da üç çeyrek saatinin çalındığı konusunda gene eskisi gibi şikayetler almaya devam ediyorum."[57] Aynı durum, 1861-1865'teki korkunç pamuk bunalımı sırasında da daha küçük ölçüde olmak üzere yinelendi.[58] "Yemek saatinde ya da yasalarda belirlenmiş saatler dışında, fabrikada çalışır durumda kimseler görüldüğü zaman, bunların fabrikayı belirlenmiş saatte terketmeyecekleri, özellikle cumartesi günleri öğleden sonra" (makinelerini temizlemek ve benzeri) "işleri bırakmamaları için kendilerini zorlayacak yükümlülükler konması gerektiği, bazan özür yollu ileri sürülmüştür. Ama, işçiler, eğer makineler durduktan sonra da fabrikada kalıyorlarsa... cumartesi günleri sabah 6'dan önce [sic![7*]] ya da öğleden sonra 2'den önce temizlik ve benzeri işler için kendilerine yeterli zaman ayrılmadığı içindir.[59]

"Böyle (yasayı ihlal ederek aşırı çalıştırma yoluyla) elde edilen kazanç, birçok kimse için karşı konulamayacak kadar çekici bir şey gibi geliyor; daima, yakalanmama olasılığını hesaba katıyorlar; ve üstelik, yakalanıp da mahkum olanların ödedikleri ceza miktarının küçüklüğünü görünce, yaptıkları iş farkedilse bile bundan gene karlı çıkacaklarını düşünüyorlar."[60] "Bu ek zamanın, gün boyunca yapılan küçük miktarlardaki hırsızlıkların tamamıyla elde edildiği durumlarda, durumu saptama konusunda deneticilerin karşısına büyük güçlükler çıkarmaktadır."[61]

Sermayenin, işçinin yemek ve dinlenme zamanında yaptığı bu "küçük hırsızlıkları" fabrika deneticileri, "dakikaların aşırılması"[62] "birkaç dakikanın tırtıklanması"[63] diye adlandırdıkları gibi, işçilerin kullandıkları teknik terim de, "yemek zamanlarının kemirilmesi"dir.[64]

Görülüyor ki, böyle bir ortamda, artı-değerin, artı-emekle yaratılması artık sır olmaktan çıkmıştır. Çok saygıdeğer bir bay, bana, "Günde bana on dakikalık aşırı çalışma izni verecek olsanız, cebime yılda fazladan bin sterlin koymuş olursunuz."[65] demişti. "An'lar karın öğeleridir."[66]

Tam gün çalışan işçilere, "tam-zamanlılar", 13 yaşından küçük olup da ancak 6 saat çalışmalarına izin verilen çocuklara "yarı-zamanlılar" denmesi kadar karakteristik bir ifade olamaz. İşçi, burada, kişileşmiş emek-zamanından başka bir şey değildir. Bütün bireysel farklılıklar, "tam-zamanlılar" ve "yarı-zamanlılar" içinde eriyip gitmiştir.[67]