YİRMİİKİNCİ BÖLÜM. - Ücretlerdeki Ulusal Farklılıklar

Karl Marx
ONYEDİNCİ Bölümde, emek-gücünün değer büyüklüğünde bir değişikliğe yolaçabilecek çeşitli düzenlemeleri incelemiştik; bu büyüklük, artı-değere oranla, ya mutlak ya da nispi olarak ele alınmıştı; öte yandan, emeğin fiyatının kendileriyle gerçeklik kazandığı geçim araçları miktarının da, bu fiyatın uğradığı değişikliklerden bağımsız ya da farklı dalgalanmalar gösterebileceği de görülmüştür.[45] Daha önce de belirtildiği gibi, emek-gücünün değerinin ya da fiyatının basit bir şekilde kolayca görülebilen ücret şekillerine çevrilmesi, bütün bu yasaları, ücretlerin dalgalanmalarını yöneten yasalar haline getirir. Tek bir ülkede ücretlerdeki bu dalgalanmaların bir dizi değişik düzenlemeler olarak görünmesi, çeşitli ülkelerde, ulusal ücretler arasında aynı anda ortaya çıkan fark olarak görünebilir. Çeşitli ülkelerdeki ücretleri karşılaştırırken, bu nedenle, emek-gücünün değer büyüklüğündeki değişmeleri belirleyen bütün etmenleri hesaba katmamız gerekir; yani doğal olarak ve zaman içinde gelişen birincil gerekli geçim maddelerinin fiyatları ile oylumlarını, emekçilerin eğitim giderlerini, kadın ve çocuk emeğinin oynadığı rolü, emeğin üretkenliğini, harcanma yoğunluğunu ve büyüklüğünü dikkate almamız gerekir. En yüzeysel karşılaştırma bile, önce, farklı ülkelerdeki aynı işkollarında ödenen ortalama günlük ücretlerin, birbiçim bir işgününe indirgenmesini gerektirir. Günlük ücretlerin aynı terimlere indirgenmesinden sonra, zamana göre ödenen ücretin, tekrar parça-başı ücrete çevrilmesi gerekir, çünkü emeğin hem yoğunluğunun ve hem de üretkenliğinin ölçüsü ancak bu parça-başı ücret olabilir.

Her ülkede, emeğin belli bir ortalama yoğunluğu vardır; bir metaın üretimi için bu ortalamanın altında bir emek kullanıldığında toplumsal bakımdan gerekli-zamandan daha fazlasına gerek duyulacağı için, bu emek, normal nitelikte emek sayılmaz. Belli bir ülkede ancak ulusal ortalamanın üzerindeki bir yoğunluk derecesi, değerin salt işin devam süresi ile ölçülmesi üzerinde etkili olabilir. Tek tek ülkelerin meydana getirdiği dünya pazarında böyle bir şey sözkonusu değildir. Emeğin ortalama yoğunluğu ülkeden ülkeye değişir; bazısında daha büyük, bazısında daha küçüktür. Bu ulusal ortalamalar, ölçü birimi, evrensel emeğin ortalama birimi olan bir ıskala meydana getirirler. Bu nedenle daha yoğun bir ulusal emek, daha az yoğun olana göre, aynı sürede, daha çok para ile ifade edilen daha fazla değer üretir.

Ama değer yasasının uluslararası uygulamasında, daha üretken ulusal emek, dünya pazarında, rekabet nedeniyle, ürettiği metaların satış fiyatını değerlerinin düzeyine indirmeye zorlanmadığı sürece, yoğunluk derecesi daha yüksek emek sayıldığı için bir değişikliğe uğrar.

Bir ülkede kapitalist üretimin gelişmesiyle orantılı olarak, emeğin ulusal yoğunluğu ve üretkenliği de uluslararası düzeyin üzerine çıkar. [46] Çeşitli ülkelerde aynı emek-zamanında üretilen aynı türden metaların farklı miktarları, bu yüzden, farklı fiyatlarla, yani uluslararası değerlere göre değişen bir miktar parayla ifade edilen ve eşit olmayan uluslararası değerlere sahip olurlar. Bu nedenle de, paranın nispi değeri, kapitalist üretim tarzının daha fazla gelişmiş olduğu bir ülkede, bu üretim tarzının daha az gelişmiş olduğu bir ülkeye göre, daha küçük olur. Buradan, nominal ücretlerin, emek-gücünün para ile ifade edilen eşdeğerlerinin de, birinci ulusta, ikincisine göre daha yüksek olacağı sonucu çıkar; ne var ki, bu, hiç bir zaman, sözü edilen bu yüksekliğin, gerçek ücretler, yani emekçinin geçinmesi için de geçerli olduğunu tanıtlamaz.

Paranın bu nispi değerinin çeşitli ülkelerde farklı olması bir yana, günlük, haftalık vb. ücretlerin birinci ulusta ikincisine göre daha yüksek olduğu sık sık görülür, oysa emeğin nispi fiyatı, yani emeğin hem artı-değere ve hem de ürünün değerine göre fiyatı, ikinci ulusta birincisinden daha yüksektir.[47]

1833 Fabrika Komisyonu üyesi J. W. Cowell, iplik eğirme sanayiinde yaptığı dikkatli bir araştırmadan sonra şu sonuca varmıştır: "İngiltere'de ücretler, Kıta Avrupasına göre, işçiler için daha yüksek olmakla birlikte, kapitalistler için gerçekten daha düşüktür." (Ure, s. 314.) İngiliz fabrika denetmeni Alexander Redgrave, 31 Ekim 1866 tarihli raporunda, Kıta Avrupası devletleriyle karşılaştırmalı istatistiklerle, ücretler daha düşük ve emek-zamanı çok daha uzun olmakla birlikte, Avrupa'daki emeğin, ürüne oranla İngiltere'dekinden daha pahalı olduğunu ortaya koymuştur. Oldenburg'daki bir pamuklu fabrikasının İngiliz yönetmeni, oradaki emek-zamanının, cumartesileri de dahil, sabah 5.30'dan akşam 8'e kadar devam ettiğini ve oradaki işçilerin, İngiliz işgözcülerinin denetimi altında çalışırlarken, İngiliz işçilerinin 10 saatte ürettikleri kadar ürün sağlamadıklarını, bu gözcüler Alman olduğu zaman ise sağlanan ürünün çok daha az olduğunu açıklamıştır. Ücretler, İngiltere'dekinden çok daha düşük, çoğu zaman yarı yarıyadır, ama makineye oranla işçi sayısı çok daha fazladır ve bazı kısımlarda 5 : 3 oranındadır — Bay Redgrave, Rus pamuklu fabrikaları konusunda çok ayrıntılı bilgiler vermektedir. Ona, bu verileri, yakın zamana kadar orada çalışan bir İngiliz yönetici sağlamıştır. Her türlü kötülüğün boy attığı bu Rus toprakları üzerinde, İngiliz fabrikalarının ilk günlerindeki bütün dehşet, olanca gücüyle egemendir. Yerli Rus kapitalistleri fabrika işinde hiç bir işe yaramadıkları için fabrika yönetmenleri, haliyle İngilizdir. Gece-gündüz süren her türlü aşırı-çalıştırmaya ve işçilere ödenen en utanç verici düşük ücretlere karşın, Rus manüfaktürü, ancak yabancı rekabetin yasaklanması ile güçlükle yaşayabilmektedir. Burada, son olarak, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, fabrika ve iplik işçisi başına düşen ortalama iğ sayısı konusunda Bay Redgrave'in hazırladığı karşılaştırılmalı bir tabloyu veriyorum. Bay Redgrave'in kendisi de, bu rakamları, birkaç yıl önce derlediğini ve o zamandan beri fabrikaların büyüklükleri ile işçi başına düşen iğ sayısının İngiltere'de artmış olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte, o, adı geçen Kıta Avrupası ülkelerinde aynı şekilde bir gelişmenin varolduğunu ve böylece rakamların karşılaştırma amacıyla bir değer taşıdıklarını kabul etmektedir.



FABRİKA BAŞINA ORTALAMA İĞ SAYISI
İngiltere
12.600
Fransa
1.500
Prusya
1.500
Belçika
4.000
Saksonya
4.500
Avusturya
7.000
İsviçre
8.000

İŞÇİ BAŞINA DÜŞEN ORTALAMA İĞ SAYISI
Fransa
14
Rusya
21
Prusya
37
Bavyera
46
Avusturya
49
Belçika
50
Saksonya
50
İsviçre
55
Daha küçük Alman devletleri
55
Büyük Britanya
74


"Bu karşılaştırma", diyor Bay Redgrave, "diğer nedenler yanında, İngiltere'deki fabrikaların büyük bir kısmında makineli dokumacılık, iplikçilikle birlikte yürütülen bir iş olması nedeniyle, bu ülkenin lehinde değildir [oysa bu tabloda, dokumacılar, genel toplamdan düşürülmemiştir]; diğer ülkeler için verilen fabrikaların çoğu, iplik eğirme fabrikalarıdır; eğer benzer şeyleri karşılaştırmak olanağı bulunsaydı, benim bölgemde bulunan ve bir tek işçi ile iki yardimcısının 2.200 iğli makinelere baktığı ve günde 220 libre ağırlığında, 400 mil uzunluğunda iplik üreten birçok pamuk ipliği fabrikasını sayabilirdim." (Reports of Insp. of Fact., 31st Oct., 1866, s. 31-37, passim.)

Bilindiği gibi, İngiliz kumpanyaları, Doğu Avrupa ile Asya'da demiryollarının döşenmesini üzerlerine almış ve bunların yapımında yerli emekçilerin yanısıra bir miktar İngiliz işçisi çalıştırmıştır. Pratik zorunluluklar nedeniyle, böylece bu kumpanyalar, emeğin yoğunluğu konusunda ulusal farkları dikkate almak zorunda kalmışlar, ama bu durum onları herhangi bir kayba uğratmamıştır. Deneyimleri, ücretin yüksekliği, emeğin ortalama yoğunluğuna azçok tekabül ettiği zaman bile, emeğin nispi fiyatı genellikle ters yönde değişmektedir.

İlk iktisat yapıtlarından birisi olan, Essay on the Rate of Wages[48] adlı yapıtında H. Carey, çeşitli uluslarda, ücretlerin, ulusal işgünlerinin üretkenlik derecesi ile doğrudan orantılı olduğunu tanıtlamaya ve bu uluslararası ilişkiden de, her yerde ücretlerin emeğin üretkenliği ile orantılı olarak yükseldiği ve düştüğü sonucunu çıkartmaya çalışmaktadır. Carey alışık olduğu eleştirisiz ve yüzeysel bir biçimde karmakarışık istatistik malzeme yığınıyla uğraşacaği yerde, önermelerini tanıtlamış olsaydı, gene de, artı-değer üretimi tahlillerimizin bütünü, bu sonucun saçmalığını gösterirdi. Bu incelemenin en iyi yanı, şeylerin, gerçekte de, onun teorisine uygun biçimde olduklarını iddia etmemiş olmasıdır. Ona göre, devletin müdahalesi, doğal ekonomik ilişkileri bozmuştur. Bu nedenle, çeşitli ulusal ücretlerin devlete vergi şeklinde giden kısmının, işçinin kendisine gittiği şeklinde hesaplanması gerekir. Şu "devlet giderleri"nin de kapitalist gelişmenin "doğal" meyveleri olup olmadıkları konusunda Bay Carey'in biraz daha düşünmesi gerekmez miydi? Bu usavurma şekli, sonradan İngiltere'nin, dünya pazarı üzerindeki şeytanca etkisinin (anlaşılan bu etki ona göre kapitalist üretimin doğal yasalarından ileri gelmemektedir) zorunlu hale getirdiği devlet müdahalesini, yani doğanın ve aklın ürünü olan bu yasaların devlet eliyle korunmasını, alias[5*] Himaye Sistemini keşfetmek üzere işin başında rahatça ve uyum içinde işleyen kapitalist üretim ilişkilerini ancak devletin müdahalesi ile bozulan ebedi doğa ve akıl yasaları diye ilk ilan eden kimseye tam yaraşacak türden bir usavurmadır. Ayrıca, Carey, Ricardo ile diğerlerinin teoremlerinde formülleştirilen mevcut toplumsal uzlaşmaz karşıtlıklar ile çelişkilerin, gerçek ekonomik hareketin ideal ürünleri olmadıklarını, tersine, kapitalist üretimin İngiltere ile diğer yerlerde gösterdiği gerçek uzlaşmaz karşıtlıkların, Ricardo ile ötekilerin teorilerinin bir sonucu olduğunu da keşfetmiştir! Ensonu, kapitalist üretim tarzının özünde bulunan güzellikler ile uyumu bozan şeyin, en sonunda ticaret olduğunu da o keşfetmiştir. Bir adım daha atsa, belki de, kapitalist üretim tarzındaki tek kötülüğün sermayenin kendisi olduğunu da keşfedecektir. Bastiat ile günümüzün öteki serbest ticaret yanlısı iyimserlerin uyumlu bilgeliklerinin gizli kaynağı olma onuru, himayeci sapıklıklarına karşın, eleştiri yeteneğinden böyle korkunç derecede yoksun ve böylesine düzmece bir bilgin olan ancak böyle birisine ait olabilirdi.