Yedinci Kesim. - Normal İşgünü İçin Savaşım. İngiliz Fabrika Yasalarının Başka Ülkelerdeki Tepkisi

Karl Marx
Okurların anımsayacağı gibi, artı-değer üretimi, ya da artı-emeğin sızdırılması, emeğin, sermayenin egemenliği altına girmesinden doğabilecek üretim tarzlarındaki herhangi bir değişiklikten tamamen ayrı olarak, kapitalist üretimin özgül amacı ve varoluş nedenidir. Okur, gene buraya kadar yaptığımız incelemelerden, ancak bağımsız ve bu nedenle yasal yönden kendi adına hareket etme yetkisine sahip işçinin, bir meta satıcısı olarak kapitalist ile sözleşme yapabildiğini de anımsayacaktır. Demek ki, bizim çizdiğimiz bu tarihsel tabloda, bir yandan modern sanayi, öte yandan hem fizik bakımdan, hem de yasal yönden reşit olmayan emek, önemli roller oynamaktadır; bunlardan ilki, bizim açımızdan özel bir iş alanı, ikincisi ise, emek sömürüsünün çarpıcı bir örneğinden başka bir şey değildir. Bununla birlikte, incelememizin bundan sonra ortaya çıkartacağı gelişmeleri beklemeksizin, salt tarihsel olgular arasındaki ilişkiden şu sonuçlara varabiliriz :

Birincisi. Sermayenin, işgününün sınırsız ve hesapsız uzatılması konusundaki hırsı, su gücü, buhar ve makineyle ilk devrimlerini yapan sanayi kollarında, modern üretim tarzının ilk yaratıkları olan, pamuk, yün, keten, ipek eğirme ve dokumacılık alanlarında tatmin edilmiştir. Maddi üretim tarzındaki değişmeler ve buna tekabül eden üreticiler[188] arasındaki toplumsal ilişkilerdeki değişmeler, önce sınırsız aşırılıklara, ardından da, buna bir tepki olarak, işgünü ile paydos saatlerini yasalarla sınırlayarı, düzenleyen ve aralarında birlik kuran toplumsal bir denetimin doğmasına yolaçtı. Bu denetim, bu yüzden, 19. yüzyılın ilk yarısında yalnızca istisnai yönetmelik gibi görünür.[189] Yeni üretim tarzının bu ilkel egemenliği aşılır aşılmaz, bu arada, yalnız diğer birçok üretim kollarının bu aynı fabrika sistemini benimsedikleri değil, çömlekçilik camcılık vb. gibi ilkel yöntemlerle çalışan manüfaktürlerin yanısıra fırıncılık gibi eski moda zanaatların, ve ensonu mıhçılık gibi ev sanayilerinin[190] bile, çoktan, fabrikalar gibi tamamen kapitalist sömürünün pençesine düştüğü görüldü. Böylece, yönetmelik, giderek istisnai niteliğinden sıyrılmak zorunda kaldı, ya da İngiltere'de olduğu gibi, Romalı Casuist'lerin yaptığı şekilde, iş yapılan her evin fabrika ilan edilmesi biçimini aldı.[191]

İkincisi. İşgününün, bazı üretim kollarında düzenlenmesinin tarihi, ve bu düzenlenmeye göre öteki kollarda hala süregelen savaşım, tek tek emekçinin, bu "özgür" emek-gücü satıcısının, kapitalist üretimin belli bir aşamaya ulaşmasıyla, direnme gücünden tamamen yoksun hale düşürüldüğünü tanıtlar. Normal işgününün yaratılması, bu nedenle, kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki azçok gizli, uzun süren bir iç savaşın sonucudur. Çatışma, modern sanayi arasında olduğu için, ilk kez bu sanayiin beşiğinde, İngiltere'de başlamıştır.[192] İngiliz fabrika işçileri, yalnız İngilizlerin değil, genel olarak modern işçi sınıfının savunucuları olduğu gibi, bunların teorisyenleri de sermaye teorisine ilk kez meydan okuyan kimseler olmuştur.[193] Bu yüzden, fabrika filozofu Ure, "emeğin eksiksiz özgürlüğü"[194] uğruna mertçe savaşım veren sermayeye karşı, bayraklarına "Fabrika Yasalarının Köleliği" sözlerini yazan İngiliz işçi sınıfını, silinmez yüzkarası olarak lanetlemektedir.

Fransa, ağır aksak İngiltere'yi izledi. İngiltere'deki aslından çok daha kusurlu Oniki Saatlik Yasanın[195] doğumu için Şubat devriminin yapılmasr gerekti. Gene de, Fransızların devrimci yöntemlerinin kendine özgü avantajları vardı. İşgününü, bütün işyerleri ile fabrikalarda, hiç bir ayrım tanımadan bir defada aynı şekilde sınırladı, oysa bazan şu, bazan bu noktada koşulların baskısına ister istemez boyun eğen İngiliz yasa koyucuları, karmakarışık ve birbirleriyle çelişen uygulamalar içersinde yollarını yitiriyorlardı.[196] Buna karşılık, Fransız yasası, İngiltere'de, ancak çocuklar, ergin olmuayanlar ve kadınlar için kazanılmış ve ancak son zamanlarda, ilk kez genel bir hak olarak öne sürülmüş bir konuyu, ilke olarak ilan etmıişti.[197]

Kuzey Amerika Birleşik Devletleri'nde, her bağımsız işçi hareketi, kölelik, cumhuriyetin bir bölümünü çarpıklaştırdığı için kötürümleşti. Emeğin, kara deriye damgalandığı yerde, beyaz deriden kendini kurtarması mümkün değildir. Ne var ki, köleliğin ölümüyle birlikte derhal yepyeni bir yaşam doğdu. İç savaşıın ilk meyvesi, Atlantikten Pasifiğe, New England'dan California'ya soluk soluğa gidip-gelen bir lokomotif hızıyla yayılan sekiz saatlik çalışma hareketi oldu. Baltimore'da 6 Ağustos I866'da yapılan Genel Kongresi şu bildiriyi yayınladı: "Bugünün ilk ve en büyük zorunluluğu, bütün Amerika Birleşik Devletleri'nde, sekiz saatlik çalışmayı, normal işgünü kabul eden bir yasayı yürürlüğe koyarak, bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmaktır. Bu şanlı sonuca erişene dek bütün gucümüzle çalışmaya kararlıyız."[198] Aynı sıralarda, Uluslararası İşçi Birliğinin, Cenevre'de yaptığı kongrede, Londra Genel Konseyinin önerisi üzerine şu karar alındı: "İşgününün sınırlandırılması önkoşuldur, bu sağlanmadan, kurtuluş yolunda atılacak diğer bütün adımlar başarısızlığa mahkumdur. ... Kongre, sekiz saatlik süreyi, işgününün yasal sınırı olarak önerir."

Böylece, Atlantiğin her iki yakasında, üretim koşullarının kendilerinden içgüdüsel bir şekilde doğup büyüyen işçi sınıfı hareketi, İngiliz Fabrika Denetmeni R. J. Saunders'in şu sözlerini doğruladı: "Toplumda reformlar yapılmasına doğru atılacak ileri adımların başarıya ulaşması çalışma saatleri sınırlandırılmadan ve bu sınırlar sıkısıkıya uygulanmadan asla beklenemez."[199]

Kabul etmek gerekir ki, işçilerimiz, üretim sürecinden çıktıklarında, girdiklerinden daha farklıdırlar. Pazarda, bir meta, "emek- gücü" sahibi olarak, öteki meta sahipleri ile karşı karşıya, satıcıya karşı satıcı olarak durmuştu. Kapitaliste emek-gücünü sattığı sözleşme, kendisini, onun tasarrufuna serbestçe verdiğini, deyim yerindeyse, ak ile kara gibi tanıtlar. Pazarlık tamamlandıktan sonra, onun "başına buyruk insan" olmadığı anlaşılır; emek-gücünü satmak için özgür olduğu süre, onu satmaya zorlandığı süredir,[200] ve gerçekten de, vampir, "sömürülecek tek bir adalesi, siniri, bir damla kanı olduğu sürece"[201] onu elinden bırakmayacaktır. "Acılarının yılanına" karşı "korunmak" için işçilerin başbaşa vermeleri ve bir sınıf olarak, bu işçilerin bizzat kendilerinin, sermaye ile yaptıkları gönüllü sözleşme ile, hem kendilerini ve hem de ailelerini köleliğe ve ölüme satmalarını engelleyecek bir yasanın, kudretli bir toplumsal engelin yaratılmasını gerçekleştirmeleri gerekir.[202] "İnsanın vazgeçilmez haklarını" sayıp döken cafcaflı liste yerine, yasayla sınırlı işgününün gösterişsiz Magna Charta'sı geliyor; bununla "işçinin sattığı zamanın ne zaman sona ereceği, ve kendisine ait olanın ne zaman başlayacağı " açıklığa kavuşmuş olacak.[203] Quantum mutatus ab illo! [17*]