Beşinci Kesim. - Manüfaktürün Kapitalist Niteliği

Karl Marx
Daha fazla sayıda işçinin tek bir kapitalistin denetimi altında bulunması, genellikle elbirliğinin olduğu gibi özellikle manüfaktürün de doğal başlangıç noktasıdır. Ama manüfaktürdeki işbölümü, işçi sayısındaki bu artışı teknik bir zorunluluk haline getirir. Bir kapitalistin çalıştırmak zorunda olduğu asgari işçi sayısı, burada, daha önce yerleşmiş işbölümü ile belirlenir. Öte yandan, daha ileri bir işbölümünün sağlayacağı üstünlüklerden yararlanmak için, yalnızca işçi sayısını artırmak yetecektir ve bu da ancak çeşitli parça gruplarına eklenen katlarla yapılabilir Ama, kullanılan sermayenin değişen kısmındaki artış, değişmeyen kısmında da bir artışı zorunlu kılar; işyerlerinde, araç ve gereçlerde vb ve özellikle hammaddeye duyulan gereksinme, işçi sayısından daha büyük bir hızla artış gösterir. Belli bir sürede, belli büyüklükte emek tarafından tüketilen hammadde miktarı, emeğin işbölümü sonucu artan üretkenliği oranında fazlalaşır. Bu durumda, her kapitalistin, elinde bulundurmak zorunda olduğu asgari sermaye miktarının durmadan artma zorunluluğu, manüfaktürün yapısından doğan bir yasa olur; bir başka deyişle, toplumsal üretim araçları ile gerekli geçim araçlarının sermayeye dönüşmesi, sürekli genişlemek zorundadır.[68]

Basit elbirliğinde olduğu gibi manüfaktürde de kolektif çalışma organizması, sermayenin bir varoluş biçimidir. Çok sayıda parça işçilerden oluşan işleyiş, kapitaliste aittir Bunun için de, emeğin bir birleşiminden doğan üretken güç de, sermayenin üretken gücüymüş gibi görünür. Tam anlamıyla manüfaktür, daha önce bağımsız olan işçileri sermayenin emir ve komutası altına sokmakla kalmaz, ayrıca işçilerin de kendi aralarında kademeli bir derecelenmesine yolaçar. Basit elbirliği, bireylerin çalışma biçimini büyük ölçüde değişikliğe uğratmadığı halde, manüfaktür, bunu, baştan sona altüst eder, emek-gücünü ta kökünden kavrar. İşçinin tek bir işteki becerisini, bir yığın üretici yetenekleri ve içgüdüleri aleyhine zorlayarak, onu, çoğu organlarından yoksun, garip bir yaratık haline getirir; bu, tıpkı La Plata devletlerinde, salt derisi ya da yağı için koca hayvanın boğazlanmasına benzer. Yalnızca parça-işler, farklı bireyler arasında dağıtılmakla kalmaz, bireyin kendisi de, bir parça-işlemin otomatik motoru haline getirilir[69] ve, insanı kendi vücudunun yalnızca bir parçası yapan Menenius Agrippa'nın saçma masalını gerçekleştirmiş olur.[70] Başlangıçta işçi, salt meta üretimi için gerekli maddi araçlara sahip olmadığından emek-gücünü sermayeye satıyordu, oysa şimdi aynı emek-gücü, sermayeye satılmadıkça işgörmez hale gelir. İşlevlerini, ancak satıştan sonra kapitaliste ait işyerinde bulunan bir çevrede yerine getirebilir. Kendi yaratılışına göre bağımsız bir şey yapma yeteneğini yitiren manüfaktür işçisi, üretken faaliyetini yalnızca kapitaliste ait işyerinin bir parçası olarak geliştirir.[71] Seçkin kimselerin yüzlerinde yehova'nın elyazısıyla imzasını taşımaları gibi, işbölümü de, manüfaktür işçisine, sermayenin malı damgasını vurur.

Vahşilerin tüm savaş sanatını kendi kişisel kurnazlığını kullanma haline getirmeleri gibi, bağımsız köylülerle zanaatçıların az da olsa uyguladıkları bilgi, yargı ve irade gibi yetiler, şimdi yalnızca işyerinin bütünü için gerekli şeyler olur. Üretimde zeka tek yönde gelişir, çünkü diğer birçok yönlerde yokolmuştur. Parça-işçilerin yitirdikleri, onları çalıştıran sermayede toplanmıştır.[72] İşçilerin karşısına bir başkasının malı ve, egemen bir güç olarak çıkan maddi üretim sürecinin akıl ve zeka ile ilgili yönleri, manüfaktürdeki işbölümünün bir sonucudur. Bu ayrılma, kapitalistin tek bir işçinin karşısına, birleştirilmiş emeğin bütünlüğünün ve iradesinin temsilcisi olarak çıktığı basit elbirliği ile başlar. İşçiyi, parça-işçi halinde bölük bölük eden manüfaktür içerisinde gelişir. Ve bilimi, emekten farklı üretken bir güç haline getirerek sermayenin hizmetine veren modern sanayi. içerisinde tamamlanır.[73]

Kolektif işçiyi ve onun aracılığı ile sermayeyi toplumsal üretme gücü bakımından zenginleştirmek için, manüfaktürde her işçinin bireysel üretme gücü yönünden yoksullaşması gerekir. "Bilisizlik, boşinanların olduğu gibi sanayiin de anasıdır. Düşünme ve tasarım gücü her zaman yanılabilir, ama eli ya da ayağı hareket ettirme alışkanlığı bunların her ikisinden de bağımsızdır. Buna uygun olarak manüfaktürler, akıla, düşünceye en az yer verilen ve işyerinin ... parçaları insan olan bir ma:kine gibi görüldüğü yerlerde en iyi şekilde gelişirler."[74] Gerçekten de, 18. yüzyılın ortalarında bazı manüfaktürlerde, meslek sırrı sayılan belirli işler için, yarı-aptal kimselerin çalıştırılması yeğlenilmiştir.[75]

"İnsan kavrayışının büyük bir bölümü" diyor Adam Smith, "zorunlu olarak, onların günlük uğraşılarından oluşur. Tüm yaşamı, birkaç basit işlemi yapmakla geçen insanın önünde ... kavrayışını kullanacak fırsat yoktur. ... Genellikle böyle bir kimse, bir insanoğlunun olabileceği kadar aptal ve bilisiz kalır." Parça-işçinin budalalığını anlattıktan sonra şöyle devam ediyor: "Durgun yaşamının tekdüzeliği doğal olarak zihinsel atılganlığını da yozlaştırır. ... Bedensel etkinliğini bile kısırlaştırarak, onu, alışkın olduğu işin dışındaki çalışmalarda, gücünü, canlı ve azimli bir biçimde kullanamaz hale getirir. Böylece, özel zanaatında gösterdiği beceri, onun ussal, toplumsal ve savaşımcı yetenekleri pahasına gelişmiş gibidir. Ama bu, her gelişmiş ve uygar toplumda çalışan yoksul halkın, yani halkın büyük çoğunluğunun, içine zorunlu olarak yuvarlandığı bir durumdur."[76] Halkın büyük kısmının işbölümü ile tamamen yozlaşmasının önüne geçmek için A. Smith, halkın devlet tarafından eğitilmesini öğütler; ama bu eğitim çok dikkatli ve yeter dozlarda olacaktır. A. Smith'in Fransızca çevirmeni ve yorumcusu olup Birinci Fransız İmparatorluğu sırasında doğal olarak senatörlüğe yükselen G. Garnier, gene çok doğal olarak bu noktada ona karşı çıkıyor. Kitlelerin eğitiminin, işbölümünün ilk yasası ile birlikte "bütün toplumsal sistemimize" aykırı olduğunu şiddetle savunuyor. "Diğer bütün işbölümlerinde olduğu gibi" diyor G. Garnier, "el-işi ile kafa-işi"[77] arasındaki işbölümü, toplum" (sermaye, toprak mülkiyeti ve onların devleti için haklı olarak bu terimi kullanıyor) "zenginleştiği oranda belirgin ve kesin hal alır. Bu işbölümü de, diğerleri gibi, geçmişin bir sonucu, gelecekteki ilerlemenin bir nedenidir ... durum böyleyken, hükümetin bu işbölümüne karşı çıkması, onun doğal akışını engellemesi yerinde olur mu? Birbirinden ayrılma ve bölünme çabası içerisinde olan bu iki sınıf emeğin birbirine katılıp kaynaştırılması girişimi için hükümetin, halkın parasının bir kısmını harcaması doğru mudur?"[78]

Bazı beden ve zihin cılızlıkları, toplumdaki işbölümünden bile, bütün olarak ayrılmaz durumdadır. Ama, manüfaktür, işkollarındaki bu toplumsal bölünmeyi o derece ileri götürmekte, ve aynıca kendisine özgü işbölümü ile bireyin tam candamarına saldırmaktadır ki, sanayi patolojisine ilk malzemeyi veren ve bu hastalığı bulaştıran o olmaktadır.[79]

"Bir insanı bölümlere ayırmak, eğer haketmişse onu ölüme mahkum etmek, eğer haketmemişse onu katletmektir. ... Emeğinin bölümlere ayrılması, bir halkın katledilmesidir."[80]

İşbölümüne dayanan elbirliği, bir başka deyişle manüfaktür, kendiliğinden bir oluşum olarak başlar. Bir dereceye kadar tutarlılık ve genişlik kazanır kazanmaz, kapitalist üretimin kabul edilen yöntemli ve sistemli bir biçimi halini alır. Gerçek anlamıyla manüfaktüre özgü işbölümünün, başlangıçta, sanki onda rol çılan aktörlerin ardında cereyan ediyormuş gibi, denemelerle kendisine en uygun biçime girdiğini, ardından da, lonca elzanaatlarında olduğu gibi bu biçime nasıl sıkı sıkıya sarıldığını, ve şurada burada bu şekli yüzyıllarca korumayı başardığını tarih bize göstermektedir. Ufak tefek konular dışında, bu biçimde herhangi bir değişiklik, ancak emek araçlarındaki köklü bir değişmeyle olur. Modern manüfaktür (burada sözkonusu ettiğim, makineye dayanan modern sanayi değildir), doğup geliştiği her yerde, ya disjecta membra poettæ'yı,[6*] büyük kentlerde elbise manüfaktüründe olduğu gibi biraraya toparlamayı bekler durumda, hazır bulmuş, ya da (ciltçilikte olduğu gibi) bir elzanaatının çeşitli işlemlerini belirli kimselere dağıtarak, işbölümü ilkesini kolayca uygulayabilmiştir. Bu gibi durumlarda, çeşitli işlevler için genel işçi sayısı arasındaki oranın saptanmasında, bir haftalık deneyim yeter.[81]

Elzanaatlarının çözüşmesiyle, emek araçlarının özelleşmesiyle, parça-işçilerin oluşmasıyla ve bunların tek bir işleyiş içersinde gruplandırılması ve birleştirilmesiyle manüfaktürdeki işbölümü, toplumsal üretim sürecinde nitel bir derecelenme ve nicel bir oran yaratır; ve böylece toplumsal emeği belli bir örgütlenmeye kavuşturarak, toplumdaki yeni üretici güçleri geliştirir. Özgül kapitalist biçimi içerisinde —ve belli koşullar altında, kapitalist biçimden başka bir biçim alamazdı— manüfaktür, nispi artı-değer elde etmenin, ya da işçiler aleyhine sermayenin kendi kendisini genişleterek büyütmesinin —genellikle buna toplumsal servet, "Ulusların Zenginliği" vb. deniyor— özel bir yönteminden başka bir şey değildir. Emeğin toplumsal üretken gücünü, işçi adına değil kapitalist adına artırmakla kalmaz, üstelik bunu, bireysel işçiyi güdükleştirerek yapar. Sermayenin emek üzerindeki üstünlüğü için yeni koşullar yaratır. Bu yüzden de, bir yandan, kendisini, tarihsel olarak, toplumun ekonomik gelişmesinde bir ilerleme ve bir zorunlu evre olarak gösterir. Öte yandan da o, inceltilmiş ve uygarlaştırılmış bir sömürü yöntemidir.

Manüfaktür dönemi sırasında ilk kez bir bilim olarak ortaya çıkan ekonomi politik, toplumsal işbölümüne yalnızca manüfaktür[82] açısından bakmakta ve onda, ancak, belli miktarda emekle daha fazla meta üretmenin, ve dolayısıyla metaların ucuzlatılmasının, sermaye birikiminin hızlanmasının yollarını görmektedir. Bu nicelik ve değişim-değeri üzerinde durmanın en çarpıcı çelişkisi, klasik antikçağ yazarlarının nitelik ve kullanım-değerine özel bir ağırlık vermiş o1malarıdır.[83] Toplumsal üretim kollarının ayrılması sonucu, metalar daha iyi yapılır, insanın çeşitli eğilim ve yetenekleri daha uygun alanları seçer,[84] ve bazı sınırlamalar olmaksızın hiç bir yerde önemli sonuçlar alınamaz.[85] Demek oluyor ki, işbölümü ile hem ürün hem de üretici daha iyi hale gelmiştir. Üretilen miktardaki büyüme, eğer yer yer sözkonusu edilmişse, bu, yalnızca daha bol kullanım-değerleri üretilmesi bakımından yapılmıştır. Değişim-değeri ya da metaların ucuzlatılması konusunda tek sözcük söylenmemiştir. Yalnız kullanım-değeri açısından konunun bu yönü, işbölümünü, toplumun sınıflara bölünmesinin temeli olarak alan Platon ile,[86] karakteristik bir burjuva önsezisi ile işyerindeki işbölümüne daha fazla yaklaşan Ksenefon[87] tarafından ele alınmıştır. Platon'un Cumhuriyeti, işbölümü devletin biçimleniş ilkesi olarak ele alındığı ölçüde, Mısırlıların kast sistemlerinin, Atina tarafından idealleştirilmesinden başka bir şey değildir. Mısır, bir sanayi ülkesinin modeli olarak, Platon'un pek çok çağdaşına ve bu arada İsokrates'e[88] hizmet ettiği gibi, Roma İmparatorluğundaki Yunanlılar için de bu önemini korumaya devam etmiştir.[89]

Gerçek manüfaktür döneminde, yani manüfaktürün, kapitalist üretimin egemen biçimi olduğu sürece, kendisine özgü eğilimlerin iyice gelişmesine karşı koyan pek çok engeller çıkar. Manüfaktür, daha önce gördüğümüz gibi, işçilerin, vasıflı ve vasıfsız diye basit bir ayrımına ve, bununla birlikte sınıflar halinde kademeli bir derecelenmeye uğramasına yolaçmakla birlikte, bu vasıfsız işçilerin sayısı, vasıflıların daha baskın olan etkisiyle, çok sınırlı kalır. Parça-işlemler, canlı emek araçlarının çeşitli derecelerdeki olgunluğuna, gücüne ve gelişmesine göre ayarlanmakla, ve böylece kadınlarla çocukların sömürülmelerini sağlamakla birlikte, bu eğilim, bütünüyle alınırsa, erkek işçilerin, alışkanlıkları, gelenekleri ve direnmeleri ile karşılaşır ve kırılır. Elzanaatlarının bölünüp parçalanması, işçinin yetişme giderlerini azaltarak değerini düşürmekle birlikte, daha güç parça-işler için daha uzun bir çıraklık ve yetişme devresi gerekir, ve bu dönemin o kadar uzamasının gereksiz olduğu durumlarda bile işçiler bu konuda kıskançlıkla ayak direrler. Örneğin, İngiltere'de yedi yıllık çıraklık dönemini öngören çıraklık yasalarının, manüfaktür döneminin sonuna kadar yürürlükte kaldığını ve bunların ancak modern sanayiin ilerlemesiyle bir yana itildiğini görüyoruz. El becerisi, manüfaktürün temeli oldu. El becerisinin manüfaktürün temeli olması yüzünden ve bir tüm olarak manüfaktür işleyişinin işçilerin kendilerinden başka bir çerçevesi olmaması nedeniyle, sermaye, sürekli olarak işçilerin başkaldırmaları ile uğraşmak zorunda kalır. Dostumuz Ure, "İnsan doğasındaki zayıflık nedeniyle" diyor, "işçi ne derece becerili olursa, başına buyrukluğu ve dikkafalılığı o kadar artar; böyle olunca da, tümüne büyük zararlar verebileceği mekanik, sisteme o derece az uyan bir öğe halini alır.[90] Böylece bütün manüfaktür dönemi boyunca, işçiler arasında disiplin eksikliği şikayet konusu olur.[91] Çağdaş yazarların tanıklıkları olmasaydı bile, 16. yüzy1l ile büyük sanayi çağı arasındaki dönemde, sermayenin, manüfaktür işçilerinin çalışma zamanlarının bütünü üzerinde tam bir egemenlik kuramadıkları, bütün manüfaktürlerin kısa ömürlü oldukları ve dışardan gelen ya da dışarıya giden işçilerin hareketlerine uyarak ülkeden ülkeye yer değiştirmeleri gibi gerçekler, ciltler doldurabilirdi. Essay on Trade and Commerce adlı yapıtın sık sık sözünü ettiğimiz yazarı, 1770 yılında, "Düzen şu ya da bu şekilde kurulmalıdır." diye feryat ediyordu. 66 yıl sonra bu "Düzen" sözü, Dr. Andrew Ure'nin ağzından yankılanıyordu! "İşbölümünün skolastik dogmasına" dayanan manüfaktürde "düzen" yoktu, ve bu "düzeni Arkwright yaratmıştı."

Aynı zamanda manüfaktür, ne toplumsal üretimi bütünüyle kavrayabilmiş, ne de kökünden değiştirebilmişti. Kentteki elzanaatları ile kırsal ev sanayiinin yarattığı geniş temel üzerinde, ekonomik bir sanat yapıtı gibi yükselmişti. Gelişmesinin belli bir aşamasında, manüfaktürün dayandığı dar teknik temel, manüfaktürün kendi yarattığı üretim gereksinmeleri ile çatışır hale gelmişti.

Yarattığı en tamamlanmış şeylerden birisi, özellikle zaten kullanılmakta olan karmaşık mekanik aygıtları da kapsayan emek araçlarının üretimi için kurulan işyerleriydi. Bir makine fabrikası, diyor Ure, "işbölümünü, çok yanlı dereceleriyle gözler önüne serer: eğeleme, delme, torna işinin herbirini, beceri derecelerine göre ayrı bir işçi yapar" (s. 21). Manüfaktürde işbölümünün ürünü olan bu işyeri, sırası geldiğinde makineler de üretir. Elzanaatçısının işini, toplumsal üretimin düzenleyici ilkesi olarak sona erdiren, işte bu makinelerdir. Böylece, bir yandan, işçinin yaşamı boyunca bir parça işe bağlanmasını gerektiren teknik neden ortadan kaldırılır. Öte yandan da, bu aynı ilkenin sermayenin egemenliğine vurduğu prangalar kırılıp atılır.