Birinci Kesim. - Makinenin Gelişmesi

Karl Marx
John Stuart Mill, Principies of Political Economy adlı yapıtında, "Bugüne kadar yapılan bütün mekanik buluşların, insanoğlunun katlandığı günlük meşakkatleri hafiflettiği kuşkuludur."[1] der. Ne var ki bu, hiç bir şekilde, makinenin kapitalistçe uygulanmasının amacı değildir. Emeğin üretkenliğindeki diğer bütün artışlar gibi makine de, metalann ucuzlatılması ve, işçinin kendisi için çalıştığı işgünü kısmını kısaltarak, karşılığını almadan kapitaliste verdiği diğer kısmını uzatmak amacıyla kullanılır. Kısacası makine, bir artı-değer üretme aracıdır.

Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçları ile başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile elzanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır. Biz, burada, yalnızca göze çarpan ve genel karakteristikler ile ilgileneceğiz, çünkü toplumun tarihindeki çağlar, jeolojik devirler gibi birbirlerinden kesin ve belirli sınır çizgileri ile ayrılmıştır.

Matematikçiler ile mekanikçiler, bir ölçüde de bazı İngiliz iktisatçıları, alete basit bir makine, makineye de karmaşık bir alet derler. Bu ikisi arasında esaslı bir fark görmedikleri gibi, manivela, eğik düzlem, vida ve kama gibi basit mekanik güçlere, makine adını verirler.[2] Aslına bakılırsa her makine, ne kadar kılık değiştirirse değiştirsin, bu gibi basit güçlerin bir bileşimidir. Tarihsel öğe eksik olduğu için, bu açıklamanın ekonomik açıdan hiç bir değeri yoktur. Başka bir açıklamaya göre de alet ile makine arasındaki fark, alette devindirici güç insan olduğu halde, makinede bu gücün insandan farklı bir şeyden, örneğin, hayvandan, sudan, ,rüzgardan vb. gelmesidir.[3] Buna göre, öküzle çekilen ve çok farklı tarihsel çağlarda kullanılan sabanı, bir makine, tek bir işçinin kullandığı, dakikada 96.000 ilmik atan Claussen döner çıkrığını yalnızca bir alet saymak gerekecektir. Bu kadar da değil, elle çalıştırıldığı zaman alet sayılan aynı çıkrık, buharla çalıştırılırsa, makine olacaktır. Hayvan gücünü kullanma, insanın en eski buluşlarından birisi olduğu için, makineli üretim, elzanaatı ile üretimden önce gelmiş olacaktı. John Wyatt, 1735'te, iplik eğirme makinesini muştuladığı ve 18. yüzyıl sanayi devrimi başladığı zaman, bunu, insanın yerine eşeğin çalıştıracağı konusunda tek sözetmemişti, ama bu iş gene eşeğin sırtına yüklendi. O, makinesini, "parmaksız iplik eğiren" bir makine diye tanımlıyordu.[4]

Tam gelişmiş bütün makineler, birbirinden tamamen ayrı üç kısımdan yapılmıştır: motor mekanizması, güç iletici mekanizma ve ensonu alet ya da çalışma mekanizması. Makinenin bütününü devindiren motor mekanizmasıdır. Bu makine, devindirici gücünü, ya buhar makinesi, ısı makinesi, elektromanyetik makine vb. ile kendisi üretir, ya da bu gücü, çağlayanlardaki su çarkları, yel değirmenleri gibi zaten hazır bulunan bir doğa kuvvetinden alır. Güç iletici mekanizma, volanlar, şaft, dişli tekerlekler, kayışlar, halatlar, saplamalar ve çok çeşitli türde dişlilerden yapılmış olup, devinimi düzenler, hareket şeklini gerektiği gibi değiştirir, örneğin düz iken dairesel yapar ve bunları işletme eleri arasında böler ve dağıtır. Tüm mekanizmasının bu ilk iki kısmı, salt iş-makinelerini devindirmek ve bu devinim aracılığı ile iş konusunu ele alarak ona istenilen biçimi vermek için vardır. Makinenin işte bu aleti ya da iş-makinesi kısmı ile, 18. yüzyılda sanayi devrimi başlamıştır. Bugün bile, bir elzanaatı ya da manüfaktür, makine ile yürütülen sanayie dönüştüğü zaman, bu kısım devamlı olarak çıkış noktası görevini yerine getirir.

Gerçek anlamıyla bir iş-makinesini daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, elzanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir. Bütün makine, ya örneğin mekanik dokuma tezgahında olduğu gibi,[5] eski elzanaatı aletinin azçok değiştirilmiş mekanik bir şeklidir, ya da örneğin eğirme makinesindeki iğler, çorap tezgahındaki iğneler, bıçkı makinesindeki testereler, kıyma makinesindeki bıçaklar gibi, eski makineye takılan iş parçalarıdır. Bu aletler ile makinenin asıl gövdesi arasındaki fark, ilk doğuşlarıyla birlikte vardır; çünkü bunlar, çoğu kez, elzanaatları ya da manüfaktür tarafından üretilmeye hala devam edilir ve sonradan, makinenin ürünü olan makinenin gövdesine takılır.[6] Bunun için makine, bir kez harekete geçirildikten sonra, taşıdığı aletlerle, daha önce işçinin benzer aletlerle yaptığı aynı işleri yapan bir mekanizmadır. Devindirici gücün, insandan ya da başka bir makineden alınmasının bu yönden hiç bir farkı yoktur. Bir aletin insan elinden alınıp bir mekanizma içersine yerleştirilmesi ile, salt araç olan bir şeyin yerini bir makine almış olur. İnsanın kendisi ilk devindiren güç olmaya devam etse bile, aradaki fark derhal göze çarpar. İnsanın aynı anda kullanabileceği aletlerin sayısı, kendi doğal üretim araçları ile, onun bedensel organ sayısı ile sınırlıdır. Almanya'da, önceleri, bir iplikçinin iki eğirme aracını çalıştırmasını, yani aynı anda hem ellerini hem ayaklarını kullanmasını denediler. Bu, çok zor bir işti. Daha sonraları, iki iğli eğirme makinesi yapıldı, ama iki ipliği aynı anda eğirebilecek birisini bulmak, iki başlı insan bulmak kadar nadirdi. Oysa Jenny, daha başlangıçta, 12-18 iğle iplik eğiriyor, çorap örme tezgahı aynı anda birkaç bin iğne ile çalışıyordu. Bir makinenin aynı anda iş gördüğü aletlerin sayısı, daha başlangıçta, bir elzanatçısının kullanabileceği aletlerin alanını daraltan organik sınırları kaldırmıştır.

Elle kullanılan araçların çoğunda, yalnızca devinim gücü sağlayan insanla, gerçek anlamıyla işçi ya da işletici insan arasındaki fark, göze çok çarpıcı bir karşıtlık gösterir. Örneğin, bir eğirme tezgahında insan ayağı salt devinim gücü sağlar, oysa iğlerle çekme ve bükme gibi işlerle uğraşan eller, asıl eğirme işini yapmaktadır. Sanayi devriminin ilk kez elattığı şey, elzanaatları aletlerinin bu ikinci kısmı olmuş, işçiye bu yeni işi, yani makineyi gözleriyle izleme ve hatalarını elleriyle düzeltmenin yanısıra, salt devindirici güç olma gibi mekanik bir işi de bırakmıştır. Öte yandan, insanın her zaman basit devindirici güç olarak kullandığı araçlar, örneğin değirmen milinin çevrilmesi,[7] tulumba ve körüğün kolunun aşağı yukarı oynatılması, havan ve dibek dövülmesi vb. gibi işler çok geçmeden devindirici güç olarak hayvanların, suyun[8] ve rüzgarın kullanıldığı ilk araçlar olmuşlardir. Manüfaktür döneminden çok önce ve hatta bir ölçüde bu dönem sırasında, şurada burada, bu araçlar, makine haline gelmişlerdir, ama üretim tarzında herhangi bir devrim yaratmamışlardır. Büyük sanayi döneminde, bu aletlerin, el araçları halinde oldukları zaman bile zaten makine oldukları açıkça görülür hale geliyor. Örneğin, Hollandalıların 1836-7 yıllarında, Harlem gölünü boşalttıkları pompalar, basit pompa ilkesine göre yapılmıştır, aradaki tek fark, bunların pistonlarının, insan yerine dev yapılı buhar makineleriyle çalıştırılmasıydı. İngiltere'de demircilerin kullandıkları sıradan ve hiç de yetkin olmayan körükler, bazı yerlerde, kolları buhar makinesine bağlanarak hava pompası haline getirilmişlerdir. 17. yüzyılın sonunda manüfaktür döneminde icat edildiği ve 1780'e[9] kadar kullanıldığı şekliyle buhar makinesi bile, herhangi bir sanayi devrimine yolaçmamıştır. Tam tersine, makinenin icadıdır ki, buhar makinelerinin biçiminde köklü bir devrimi gerektirmiştir. İnsan, iş konusunu bir aletle işlemek yerine, bir alet-makinenin yalnızca devindirici gücü halini alır almaz, bu devinim gücünün insan adalesi biçimine girmesi, yalnızca bir raslantıdır; bu devinim gücü, pekala rüzgar, su ya da buhar gücü olabilir. Kuşkusuz bu, aslında, yalnızca insan tarafından çalıştırılmak için yapılmış olan mekanizmada büyük teknik değişikliklerin yapılmasındaki bir biçim değişikliğini önlemez. Bugünlerde, artık, dikiş makinesi gibi, ekmek yapma makineleri gibi vb. yerleşme çabasında olan bütün makineler, kullanım yerleri gereği küçük boyutlarda olma zorunluluğu dışında, hem insan gücüyle ve hem de salt mekanik güçle çalışabilecek gibi yapılmaktadır.

Sanayi devriminin çıkış noktası olan makine, tek bir aleti kullanan işçi yerine, çok sayıda benzer aletleri çalıştıran, ve gücünün biçimi ne olursa olsun tek bir devindirici güç tarafından devindirilen bir mekanizmayı koyar.[10] Burada şimdi elimizde bir makine vardır, ama bu, henüz yalnızca makineli üretimin basit bir öğesi durumundadır.

Makinenin boyutları ile işlettiği araçların sayısındaki artış, onu devindirecek çok daha büyük bir mekanizmaya gereksinme gösterir; ve bu mekanizma, insanın, tekdüze ve sürekli bir devinim meydana getirme yönünden çok yetersiz bir araç olması bir yana, makinenin direncini yenebilmesi için insandan çok daha güçlü bir devindirici güce sahip olmalıdır. İnsanın salt bir motor gibi iş gördüğünü, bir makinenin, onun kullandığı aletin yerini aldığını kabul edersek, açıktır ki, onun yerine doğal güçler konabilir. Manüfaktür döneminden devralınan büyük güçler arasında en kötüsü beygir gücüydü; bunun nedeni, kısmen beygirin bir kafasının olmasından, kısmen masraflı olmasından, kısmen de fabrika içerisinde kullanılma alanının sınırlı olmasındandı.[11] Gene de beygir, büyük sanayiin çocukluk döneminde geniş ölçüde kullanılmıştır. Bunu, çağdaş tarımcıların şikayetlerinden olduğu kadar, günümüze kadar, mekanik kuvvetin ifadesi olarak kullanılagelen "beygirgücü" teriminden de anlıyoruz.

Rüzgar çok kararsız ve denetimi olanaksızdı, ayrıca, büyük sanayiin doğum yeri olan İngiltere'de, su gücünün kullanılması, manüfaktür döneminde bile ağır basıyordu. Daha 17. yüzyılda, tek bir su çarkı ile çift değirmen taşının döndürülmesi için girişimlerde bulunulmuştu. Ama dişli donanımının boyutlarındaki artışa, artık su gücü yetmez olmuştu; bu durum, sürtünme yasalarının daha doğru bir açıdan incelenmesine yolaçan koşullardan birisi oldu. Aynı şekilde, bir kaldıraç kolunun itilmesi ve çekilmesiyle işletilen değirmenlerde düzenli bir devinim gücü sağlamaması, sonraları modern sanayide büyük rol oynayan volan tekerleği teorisinin bulunmasına ve uygulanmasına yolaçtı.[12] Böylece, manüfaktür dönemi sırasında, büyük mekanik sanayiin ilk bilimsel ve teknik ögeleri gelişti. Arkwright'in iplik eğirme fabrikası (throstle spinning mill) daha başından beri su ile döndürülüyordu. Ama bütün bunlara karşın, suyun başta gelen devindirici güç olarak kullanılması, güçlüklerle doluydu. İstenildiği gibi artırılamaması bir yana, yılın bazı mevsimlerinde gereksinmeyi karşılayamaz duruma geliyor, ve hepsinden önemlisi de tamamen yerel kalıyordu.[13] Ancak Watt'ın ikinci ve çift-tepkili buhar makinesi ile gücünü kömür ve su tüketerek sağlayan, gücü tamamıyla insanın denetimi altında olan, taşınabilir ve taşıyabilir özelliklerini kendisinde toplayan, su çarkı gibi köylü değil kentli olan, üretimin gene su çarkı gibi ülkenin şurasına burasına dağılmasına[14] yolaçmak yerine, kentlerde toplanmasına elverişli bulunan, evrensel teknik uygulamaya uygun, ve yer seçiminde yerel koşullardan pek az etkilenen bir makine bulunmuş oluyordu. Watt'ın dehasının büyüklüğü, 1784 Nisanında aldığı patent belgesinde görülür. Bu belgede buhar makinesi, belirli bir amaç için kullanılacak bir buluş olarak değil, makineli sanayiye genel olarak uygulanabilecek bir öğe olarak tanımlanmaktadır. Watt, öylesine çok uygulamalara değinmişti ki, örneğin buharlı çekiçte olduğu gibi, ancak yarım yüzyıl geçtikten sonra uygulanabilmişti. Gene de o, buharlı makinelerin, deniz araçlarında kullanılabileceğinden kuşkuluydu. Kendisinden sonra gelenler, Boulton ve Watt, 1851 yılındaki sergisine, okyanus buharlı gemileri için dev büyüklüğünde buharlı motorlar göndermişlerdir.

Aletler, insanın el araçları olmaktan çıkıp da, bir mekanik aygıtın, bir makinenin araçları haline gelir gelmez, devindirici mekanizma da, insan takatının sınırlarından tamamen kurtulmuş bağımsız bir şekle giriyordu. Böylece, buraya kadar ele aldığımız bireysel makine, makine ile üretimde yalnızca bir öğe durumuna düşüyordu. Tek bir devindirici mekanizma, şimdi, pek çok makineyi birarada çalıştırabiliyordu. Devindirici mekanizma, aynı zamanda, çalıştırdığı makine sayısına bağlı olarak artıyor ve devinim iletici mekanizma yaygın bir aygıt halini alıyordu.

Bizim, şimdi, burada, aynı türden birkaç makinenin birarada çalışmasıyla, karmaşık bir makineler sistemini birbirinden ayırdetmemiz gerekir

Bunların ilkinde ürün, daha önce tek bir zanaatçının elindeki aletiyle yaptığı bütün çeşitli işlemleri yapabilen tek bir makine tarafından meydana getirilir; örneğin, dokumacının çıkrığı ile yaptığı, veya, ya ayrı ayrı ya da bir manüfaktür sisteminin üyelen olarak birkaç zanaatçının birbiri ardına çalışmasıyla oluşturturdukları ürünler gibi.[15] Sözgelişi zarf manüfaktüründe bir kişi katlayıcı ile kağıtları katlardı, diğeri zamk sürerdi, bir üçüncüsü aletin bastırıldığı tabakayı çevirirdi, dördüncüsü aleti gevşetirdi ve bu böyle devam ederdi; ve bu işlemlerin herbiri için zarfın el değiştirmesi gerekirdi. Şimdi tek bir zarf makinesi bu işlemlerin hepsini aynı anda yerine getiriyor ve saatte. 3.000'den fazla zarf yapıyor. 1862 Londra Sergisinde kesekağıdı yapmak için bir Amerikan makinesi vardı. Kağıdı kesiyor, zamklıyor, katlıyor ve dakikada 300 tane kesekağıdı yapıyordu. Burada, manüfaktür halinde yapıldığı zaman parçalara ayrılan ve herbiri bir dizi işlemle yürütülen sürecin bütünü, çeşitli aletlerin bir karması olarak çalışan tek bir makine tarafından tamamlanıyordu. Şimdi biz, burada da, böyle bir makine, ister yalnızca karmaşık bir el aracının mekanik bir yeni yapımı, ister manüfaktürün özelleştirdiği çeşitli basit araçların bir karması olsun, her iki durumda da, fabrikada, yani yalnız makine kullanılan işyerinde basit elbirliği ile tekrar karşı karşıya geliyoruz;. bir an için işçiyi bir yana bırakırsak, bu elbirliği kendisini, bize her şeyden önce, birbirine benzer ve aynı zamanda çalışan makinelerin tek bir yerde toplanması olarak gösterir. Yani bir dokuma fabrikası, yanyana çalışan çok sayıda mekanik dokuma tezgahından, bir dikiş fabrikası, hepsi de aynı binada iş gören çok sayıda dikiş makinelerinden oluşmaktadır. Ama burada sistemin tümünde, bütün makinelerin, güçlerini, iletici mekanizma aracılığı ile ortak bir güç kaynağından aynı zamanda ve eşit derecelerde almalarından ileri gelen teknik bir birlik vardır; ayrıca bu iletici mekanizma da, herbiri bir makineye giden küçük kollara ayrıldığından, bir ölçüde hepsi için ortak demektir. Tıpkı, çok sayıda aletin, bir makinenin organlarını oluşturduğu gibi, aynı türden makineler de, devindirici mekanizmanın organlarını oluşturur.

Gerçek bir makine sisteminin, bu bağımsız makinelerin yerini alması, ancak işin konusunun, biri diğerini tamamlayan çeşitli türden bir makineler zincirinin yapmış olduğu parça süreçlerin birbirine bağlı bir dizisinden geçmesiyle mümkün olur. Burada da, gene, manüfaktürü karakterize eden işbölümünün yolaçtığı elbirliğini görürüz; ne var ki, buradaki elbirliği yalnızca parça makinelerin bir bileşimidir. Diyelim, yünlü manüfaktüründe, dövücü, tarakçı, eğirici vb. gibi çeşitli parça-işçilerin kullandıkları özel aletler, şimdi özelleşmiş makinelerin herbiri, sistemin bütünü içersinde, özel görevi olan özel bir organı oluşturan aletlere dönüşmüşlerdir. Makine sisteminin ilk kez girdiği sanayi kollarında manüfaktürün kendisi, genel bir biçimde, üretim sürecindeki bölünmenin doğal temeli ile buna bağlı örgütlenmeyi zaten sağlamış durumdadır.[16] Bununla birlikte, esaslı bir fark derhal göze çarpar. Manüfaktürde işçi, ya tek başına, ya da topluluklar halinde elindeki aletlerle, her özel parça süreci yerine getirmek zorundadır. İşçi sürece alıştığı ve ona uygun hale geldiği gibi, süreç de daha önceden işçiye uygun hale getirilmiştir. İşbölümünün bu öznel ilkesi, makineli üretimde artık yoktur. Burada süreç, nesnel olarak tümüyle incelenmiştir, yani insan elleriyle yürütülmesi sorunu hesaba katılmaksızın, onu oluşturan evreler tahlil edilmiş, ve her parça sürecin nasıl yürütüleceği ve içersinde nasıl yer alacağı sorunu, mekaniğin, kimyanın vb. yardımıyla çözülmüştür.[17] Ama kuşkusuz burada da teorinin geniş ölçüde birikmiş deneyimlerle yetkinleştirilmesi gerekir. Her parça-makine, sıradaki bir sonrakine hammadde hazırlar; bunların hepsi de aynı zamanda çalıştıkları için, ürün, daima, yapımının çeşitli aşamalarından geçmekte, ve sürekli olarak, bir evreden ötekine geçiş durumunda bulunmaktadır. Tıpkı manüfaktürde, parça-işçilerin dolaysız elbirliğinin, özel gruplar arasındaki sayısal orantıyı saptaması gibi, bir parça-makinenin bir diğerini sürekli çalıştırdığı örgütlü bir makine sisteminde de, bunların sayıları, büyüklükleri ve hızları konusunda belli sabit bir ilişki kurulmuştur. Çeşitli türdeki tek tek makinelerin ve makine topluluklarının organize sistemi halindeki kolektif makine, sürecin tümündeki süreklilik arttığı ölçüde, yani hammaddenin ilk evresinden son evresine kadar ne kadar az duraklama olursa, o derece yetkinleşir; bir başka deyişle, bir evreden diğerine geçiş, insan eliyle değil de makineyle yapılması ölçüsünde kolektif makinenin etkinliği artar. Manüfaktürde, her parça sürecin ayrılığı, işbölümünün niteliğinden ileri gelen bir durumdur, ama tam gelişmiş bir fabrikada bu süreçlerin sürekliliği, tersine, zorunlu bir koşuldur.

Bir makineler sistemi, ister dokumacılıkta olduğu gibi benzer makinelerin birlikteliğinden, ister iplikçilikte olduğu gibi farklı makinelerin birleşiminden oluşsun, kendi kendine devinen bir ilk motor tarafından işletilmeye başlar başlamaz, kendi başına dev bir otomat meydana getirir. Ama bütünüyle ele alındığında, fabrika, buhar makinesiyle çalıştırılmakla birlikte, bazı makineler, onların bazı hareketlerini yapmak için işçinin yardımını gerektirebilirler (otomatik iplik sarma makinesinin bulunmasından önce bu işin yapılması için ve hatta bugün bile ince iplik sarımında bu yardıma gereksinme vardır]; ya da, bir makinenin işini yapabilmesi için bazı kısımlarının, bir el aleti gibi işçi tarafından kullanılması gerekebilir; torna tezgahının otomatik hale gelmesinden önce makine yapımında durum böyleydi. Bir makine, insanın yardımı olmaksızın yalnızca onun gözetimi altında, hammaddenin işlenmesi için gerekli bütün işlemleri yerine getirebilir duruma gelmiş ise, elimizde, ayrıntıları sürekli geliştirebilecek otomatik bir makine sistemi var demektir. Bir tek iplik kopar kopmaz iplik makinesini, makara biter bitmez buharlı dokuma tezgahını durduran aygıtlar gibi gelişmeler, tamamen modern buluşlardır. Hem üretimin sürekliliğini ve hem de otomatiklik ilkesini görmek için, modern bir kağıt fabrikasını örnek olarak alabiliriz. Kağıt sanayiinde, genellikle, yalnız farklı üretim araçlarına dayalı üretim tarzları arasındaki farklılıkları değil, toplumsal üretim koşullarının bu üretim tarzları ile ilişkilerini de rahatlıkla inceleyebiliriz: çünkü, eski Alman kağıt yapımcılığı, bize, elzanaatı üretiminin, 17. yüzyıl Hollanda'sı ile 18. yüzyıl Fransa'sı, sözcüğün tam anlamıyla, manüfaktür tipi üretimin, ve bugünkü İngiltere'de, bu malın otomatik fabrikasyonunun bir örneğini sağlamaktadır. Bunlardan başka, Hindistan ile Çin'de, bu aynı sanayiin, iki farklı antik asyatik biçimi hala sürüp gitmektedir.

Hareketini bir iletim mekanizması aracılığı ile merkezi bir otomattan alan organize bir makineler sistemi, makineli üretimin en gelişmiş şeklidir. Burada, önümüzde, tek bir makine yerine, gövdesi bütün fabrikayı dolduran ve önceleri azman organlarının yavaş ve ölçülü devinimleri altında saklı duran şeytanca görünüşünü bir anda sayısız çalışma organlarının başdöndürücü hızıyla ortaya koyan mekanik bir dev vardır.

İşleri yalnızca iplik sarma ve buhar makineleri yapmak olan işçiler yokken de bu makineler vardı; tıpkı ortada terzi diye birisi yokken insanların giyinmeleri gibi. Bununla birlikte, Vaucanson, Arkwright, Watt ve diğerlerinin buluşları, ancak, bunların ellerinin altında manüfaktür döneminden kalma çok sayıda yetişmiş mekanik işçiyi hazır bulmaları nedeniyle gerçekleşmiştir. Bu işçilerden bazıları, çeşitli mesleklerden bağımsız zanaatlarda, diğerleri de, daha önce de belirtildiği gibi, sıkı bir işbölümünün uygulandığı manüfaktürlerde biraraya gelmişlerdi. Buluşların sayısı arttıkça ve yeni bulunan makinelere talepler fazlalaştıkça, makine yapım sanayii gitgide artan sayıda çeşitli kollara ayrıldı ve bu manüfaktürlerdeki işbölümü aynı ölçüde gelişti. Biz, burada, öyleyse, manüfaktürde, büyük sanayiin doğrudan doğruya teknik temelini görüyoruz. Büyük sanayi, manüfaktürün ürettiği makinelerle, ilk elattığı üretim alanlarındaki elzanaatları ile manüfaktür sistemlerini ortadan kaldırdı. Demek ki, fabrika sistemi, işlerin doğal gidişi içersinde yetersiz bir temel üzerinde yükselmiş oldu. Bu sistem belli bir gelişme düzeyine ulaşınca, hazır bulduğu ve bu arada eski şekli içersinde gelişmesini sürdüren temeli yıkmak ve kendi üretim yöntemlerine uygun bir temeli yeni baştan kurmak zorunda kaldı. Tıpkı yalnız insan gücüyle çalıştığı sürece makinenin güdüklüğünü sürdürmesi, ve buhar makinesinin, hayvan, rüzgar ve hatta su gibi daha önceki devindirici güçlerin yerlerini almadan önce hiç bir makine sisteminin gerektiği şekilde gelişememesi gibi, aynı şekilde büyük sanayi de, üretiminin karakteristik aracı olan makinenin bütün varlığını bir kişinin takatine ve becerisine borçlu olduğu ve bir insanın adale gelişmesine, göz keskinliğine ve el ustalığına dayandığı sürece tam bir gelişmeye ulaşamaz; manüfaktürde parça-işçi ve elzanaatlarında elişçileri, ellerindeki güdük araçları bu sayılan niteliklere dayanarak kullanıyorlardı. Böylece, makinelerin pahalılığı bir yana —ki bu kapitalistin aklından hiç çıkmayan bir şeydir— makineyle yürütülen sanayi kollarındaki genişleme ve makinenin, üretimin yeni dallarını istila etmesi, bunların hepsi, çalıştırılmaları konusunda patronların gösterdiği marifet nedeniyle, sayıları büyük hızla artmayıp, ancak yavaş yavaş çoğalan bir işçi sınıfının büyümesine bağlıydı. Bunun yanısıra, gelişmesinin belli bir aşamasında büyük sanayi, elzanaatı ve manüfaktürün kendisine sağladığı temel ile teknolojik olarak bağdaşamaz duruma geldi. İlk devindiricilerin iletim mekanizmasının ve makinelerin kendi boyutlarındaki büyüme, el emeği ile ilk yapıldığı modelden gitgide ayrılan bu makinelerin parçalarındaki karmaşıklığın, çeşitliliğin ve düzenliliğin artması ve içinde çalıştıkları koşullardan başka bir engel tanımayan bir biçime girmesi,[18] otomatik sistemin yetkinleşmesi ve kullanılması, her geçen gün, örneğin odun yerine demir gibi, işlenmesi daha zor malzemlenin kullanılması — işte koşulların zorlamasıyla ortaya çıkan bütün bu sorunların çözülmesi, manüfaktürün kolektif işçisinin bile ancak sınırlı bir şekilde kırıp aşabileceği, kişisel sınırlamalar biçiminde engellerle kaçınılmaz olarak karşılaşır. Modern hidrolik pres, modern buharlı dokuma tezgahı ve modern tarama makinesi gibi makineleri, manüfaktür hiç bir zaman sağlayamadı.

Sanayiin bir alanında üretim tarzındaki köklü bir değişme, diğer alanlarda da benzer değişiklikleri birlikte getirir. Bu, ilkönce, bir sürecin ayrı ayrı evreleri olmaları nedeniyle aralarında ilişki bulunmakla birlikte, herbiri bağımsız bir meta imal edecek şekilde toplumsal işbölümü sonucu ayrılmış sanayi kollarında olur. Böylece, makineyle iplik eğirilmesi, dokumacılığın da makineyle yapılmasını gerektirmiş, ve bunlar da, birarada, ağartmada, basmada ve boyacılıkta, mekanik ve kimyasal devrimi zorunlu hale getirmişlerdir. Gene aynı şekilde, pamuk ipliği eğirilmesindeki devrim, tohumların liflerden ayrılması için, çırçır makinesinin bulunmasına yolaçmıştır; bugünün büyük ölçüdeki pamuk üretimi, ancak bu buluşla mümkün olabilmiştir.[19] Ama sanayiin ve tarımın üretim tarzlarındaki devrim, özellikle toplumsal üretim sürecinin genel koşullarında, örneğin iletişim ve ulaştirma araçlarında bir devrimi zorunlu hale getirir. Fourier'nin bir deyimiyle, ekseni, yardımcı ev sanayii ve kent zanaatları ile birlikte küçük-ölçekte tarım olan bir toplumda, iletişim ve ulaştırma araçları, manüfaktür döneminin geniş toplumsal işbölümü, emek araçları ile işçilerin yoğunlaşması ve sömürge pazarları yönünden üretici gereksinmeleri için o kadar yetersizdi ki, hepsi de köklü bir değişikliğe uğradılar. Aynı şekilde, manüfaktür döneminden devralınan iletişim ve ulaştırma araçları, başdöndürücü üretim hızı, üretimin ulaştığı dev boyutlar, bir üretim alanından diğerine sürekli sermaye ve işçi aktarılması, ve bütün dünya pazarları ile kurulan yeni bağlar nedeniyle, modern sanayi için çok geçmeden taşınması olanaksız ayakbağları halini almışlardı. Bu yüzden, yelkenli teknelerin yapımında uygulanan köklü değişiklerden başka, nehir ulaşımı, demiryolları, okyanus vapurları ve telgrafların oluşturduğu bir sistemde, iletişim ve ulaştırma araçları, giderek, mekanik sanayiin üretim tarzlarına uyarlandı. Ne var ki, büyük demir kütlelerinin, şimdi artık, dövülmesi, birbirlerine kaynatılması, kesilmesi, delinmesi ve şekillenmesi için manüfaktür döneminin yöntemleri tamamen yetersiz kalıyor, dev makinelerin kullanılmasını gerektiriyordu.

Bu yüzden büyük sanayi, karakteristik aracı olan makineyi ele almak ve makineyle makine yapmak zorunda kalmıştı. Ancak bundan sonradır ki, kendisine uygun teknik bir temel kurabilmiş ve kendi ayakları üzerinde durabilmiştir. Makine, bu yüzyılın ilk on yılında, giderek artan kullanımıyla birlikte, gerçek makine fabrikasyonuna derece derece elattı. Ama ancak 1866'yı izleyen on yıl içerisindedir ki, demiryolları ile okyanus gemilerinin muazzam ölçülere ulaşan yapımıyla, şimdi ilk devindiricilerin yapımında kullanılan dev makinelerin yapımı gereği ortaya çıktı.

Makine ile makine üretiminin en temel koşulu, ilk devindirilecek ve aynı zamanda da tam bir denetim altında çalıştırılabilecek büyük bir güç kaynağının varlığıydı. Bu koşulu, zaten buharlı makine sağlamış bulunuyordu. Ama. aynı zamanda, makinenin parçalarının yapımı için gerekli olan geometrik bakımdan sağlıklı düz çizgilerin, düzlemlerin, çemberlerin, silindirlerin, konilerin ve kürelerin de üretilmesi gerekiyordu. Bu sorun bu yüzyılın ilk on yılında, Henry Maudsley'in, çok geçmeden otomatik hale getirilen ve başlangıçta yapılırken torna tezgahı için düşünülmüş olan şeklinde değişiklik yapılarak, alet ve makine yapan diğer makinelere de uygulanan bir nevi sürgülü torna tezgahını bulmasıyla çözüldü. Bu mekanik araç, yalnız bazı aletlerin yerini almakla kalmıyor, üzerinde çalışılan demir ya da diğer malzeme üzerinde kesici aleti gezdirmek suretiyle ona belli bir biçim vererek, bizzat insan elinin yerini de almış oluyordu. Böylece, "en becerili elin, birikmiş deneyimleriyle ulaşamayacağı bir kolaylık, doğruluk ve hızla"[20] makine parçalarının bu özel biçimlerini yapmak mümkün oluyordu.

Şimdi eğer dikkatimizi, asıl makinenin, makine yapımında kullanılan ve çalışma aletini oluşturan kısmı üzerinde toplarsak, el araçlarının bu kez dev ölçüler içerisinde yeniden ortaya çıktığını görürüz. Örneğin delme makinesinin alet kısmı, buhar motoru ile çalışan büyük bir matkap olup, bu makine olmaksızın geniş buhar motorları ile hidrolik preslerin silindirlerinin yapımı olanaksızdır. Mekanik torna tezgahı, basit ayaklı tornanın dev bir kopyasıdır; planya makinesi, bir marangozun tahta üzerinde kullandığı aynı aleti, demir üzerinde kullanan, demirden bir marangozdur; Londra rıhtımlarında kaplama tahtalarını kesen alet, dev bir usturadır; demiri, bir terzi makinesinin kumaşı kestiği gibi biçen keski aleti, dev bir makastan başka bir şey değildir; buharlı tokmak, bildiğimiz çekiç başı ile çalışır, ama öyle ağırdır ki, Thor'un kendisi gelse yerinden oynatamaz.[21] Bu buharlı tokmaklar, Nasmyth'ın bir icadı olup, herbiri 6 ton ağırlığındadır ve 36 tonluk bir örs üzerine 7 foot yükseklikten dik olarak düşerler. Bir granit kitlesini tuz-buz etmek onun için çocuk oyuncağı gibidir, ama yumuşak bir tahta parçası üzerine bir çiviyi hafif vuruşlarla çakmaya da aynı derecede elverişlidir.[22]

Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine bilimin bilinçle uygulanmasını gerektirir. Manüfaktürde, toplumsal emek-sürecinin örgütlenmesi tamamen özneldi, ve parça-işçilerin bir birleşimiydi; makine sistemine dayanan büyük sanayide ise, tümüyle nesnel bir üretici organizma vardır ve işçi, zaten varolan maddi üretim koşullarına eklenen bir şey haline gelmiştir. Basit elbirliğinde ve hatta işbölümüne dayanan elbirliğinde, tek başına çalışan işçinin yerini kolektif işçinin alması, azçok raslantıya bağlı bir şey gibi görünür. Oysa makineler, daha sonraki durumlarda, birkaç istisna dışında, yalnızca birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir. Demek ki, burada, emek-sürecinin ortaklaşa niteliği, emek aracının kendisinin zorladığı teknik bir gerekliliktir.