Dipnotlar - YİRMİÜÇÜNCÜ & YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

[1] "Mais ces riches, qui consomment les produits die travail des autres, ne peuvent les obtenir que par des échanges" (metaların satın alınması). "S'ils donnent cependant leur richesse acquise et accumulée en retour contre ces produits nouveaux qui sont l'objet de leur fantaisie, ils semblent exposés à épuiser bientôt leur fonds de réserve; ils ne travaillent point, avons-nous dit et ils ne peuvent même travailler; on croirait donc que chaque jour doit voir diminuer leurs vieilles richesses, et que lorsqu'il ne leur en restera plus, rien ne sera offert en échange aux ouvrier qui travaillent exclusivement pour eux. ... Mais dans l'ordre social, la richesse a acquis la propriété de se reproduire par le travail d'autrui, et sans que son propriétaire y concoure. La richesse, comme le travail, et par le travail, donne un fruit annuel qui peut être détruit chaque année sans que le riche en devienne plus pauvre. Ce fruit est le revenu qui nait du capital." ["Ama, başkalarının emek ürünlerini tüketen bu zenginler, bu ürünleri ancak değişimler" (metaların satın alınması) "aracıyla elde edebilirler. Heveslerinin konusu olan bu yeni ürünlere karşılık, kazanılıp biriktirilmiş servetlerini verdiklerine göre, kısa zamanda yedeklik fonlarını tüketme tehlikesi ile karşı karşıyaymış gibi görünürler; onların hiç çalışmadıklarını söylemiştik, ve hatta çalışamazlar da; öyleyse, her gün eski zenginliklerinin azalacağı ve artık ellerinde hiç bir şey kalmadığı zaman, yalnızca onlar için çalışan işçilere verilecek hiç bir şey kalamayacağı sanılabilir. ... Ama toplumsal düzende, zenginlik, kendini başkasının çalışması ile, ve zenginliik sahibi bu işe karışmaksızın, yeniden-üretir. Zenginlik de, emek gibi ve emek aracıyla, her yıl, zengin daha yoksul olmaksızın yokedilebilen yıllık bir ürün verir. Bu ürün, sermaye'den doğan gelir'dir."] Sismondi, Nouv. Princ. d'Écon. Pol., Paris 1819, t. I, s. 81-82.)

[2] "Ücretler de, karlar da, son şeklini almış ürünün gerçek birer parçası olarak ele alınmalıdır." (Ramsay, l.c., s. 142.) "Ürünün emekçiye, ücret şeklinde gelen parçası." (J. Mill, Eléments etc., Parissot çevirisi, Paris 1823, s. 33, 34.)

[3] "Sermaye, işçiye ücretini ödemek için kullanıldığı zaman, emeğin devamı ve bakımı fonuna hiç bir şey katmış olmaz." (Cazenove, Malthus'un, Definitions in Pol. Econ., London 1853, s. 22, baskısına eklediği not.)

[4] "Kapitalistler tarafından ödenen emeğin ücreti bu durumda, yeryüzü emekçilerinin dörtte-birinden azdır." (Richard Jones, Textbook of Lectures on the Polit. Economy of Nations, Hertford 1852, s. 36.)

[5] "İmalatçı" (yani manüfaktür işçisi) "ücretini patrondan almakla birlikte, aslında ona hiç bir gider yüklemiş olmaz; çünkü bu ücretlerin değeri genellikle, karla birlikte, üzerinde emek verdiği şeyin artan değerinde toplanmış ve saklanmış olur." (A. Smith, l.c., Book II, ch. III, s. 355.)

[6] "Bu, üretken emeğin, kendine özgü dikkate değer bir özelliğidir. Üretken olarak tüketilen şey sermayedir ve tüketilmekle sermaye şeklini alır." (James Mill, l.c., s. 242.) Ne var ki, James Mill, bu "dikkate değer özelliğin" izini hiç bir zaman yakalayabilmiş değildir.

[7] "Manüfaktürün, başlangıcında pek çok yoksula iş sağladığı gerçekten doğrudur, ama bunun devamıyla, yoksullukları yokolmadığı gibi sayıları da artar." (Reasons for a Limited Exportation of Wool, London 1677, s. 19.) "Çiftçi şimdi yoksulları yaşattığı gibi saçma bir iddiada bulunuyor. Bunları sefalet içinde tuttuğu gerçekten doğrudur." (Reasons for the Late Increase of the Poor Rates: or a Comparative View of the Prices of Labour and Provisions, London 1777, s. 31.)

[8] Rossi, eğer "üretken tüketimin" sırrına varmış olsaydı, buna, bu derece şiddetle karşı koymazdı.

[9] "Günlük işi (belki de dünyada en ağır olanı) 180 ve 200 libre ağırlığında bir maden yükünü 450 foot derinlikten omuzlarında taşıyarak yeryüzüne çıkartmak olan G. Amerikalı maden işçileri, yalnız ekmek ve fasulye ile beslenirler; aslında bunlar yalnız ekmekle karınlarını doyurmayı yeğlerler, ama yalnız ekmekle beslenen insanların bu kadar ağır işe dayanamayacağını öğrenen patronları, bu işçilere, de sanki beygirmiş gibi davranarak zorla fasulye de yedirir; ne var ki, fasulye, ekmeğe göre gerçekten daha fazla kemik-tozu (kireçli fosfat) içerir." (Liebig, l.c., c. I, s. 194, not.)

[10] James Mill, l.c., s. 238 sqq.

[11] "Eğer emeğin fiyatı, sermayedeki artışa uymayacak şekilde, daha fazla emek kullanılamayacak derecede yükselirse, bu tür sermaye artışının, üretken olmayan şekilde tüketileceğini söyleyebilirim." (Ricardo, l.c., s. 163.)

[12] "Gerçek anlamıyla tek üretken tüketim, servetin, yeniden-üretim amacıyla kapitalistler tarafından tüketilmesi ya da yokedilmesidir (üretim araçlarının tüketilmesidir, demek istiyor). ... İşçi ... kendisini çalıştıran kimse için ve devlet için üretici bir tüketicidir, ama sözcüğün dar anlamıyla, kendisi için değildir." (Malthus. Definitions etc., s. 30.)

[13] "Biriktirildiği ve önceden hazırlandığı söylenebilecek tek şey, emekçinin hüneridir. ... Hünerli emeğin biriktirilmesi ve saklanması, bu çok önemli işlem, büyük emekçi kitleleri yönünden, hiç bir sermaye olmaksızın gerçekleştirilmiştir." (Th. Hodgskin, Labour Defended etc., s. 12, 13.)

[14] "Bu mektuba, fabrikatörlerin bildirisi olarak bakılabilir." Ferrand, Motion on the Cotton Famine, H. o. C., 27th April 1863.)

[15] Olağan koşullar altında, ücretlerin indirilmesi sözkonusu olduğu zaman, bu aynı sermayenin, büsbütün ayrı bir telden çaldığı da unutulmamalıdır. O zaman patronlar koro halinde: "Fabrika işçileri, bunu bir an akıllarından çıkarmasınlar ki, onlarınki gerçekten çok küçük cinsten hüner isteyen bir iştir: bundan daha kolay öğrenilebilecek ve niteliği bakımından bundan daha fazla ücret ödenen, ya da en az uzmanlık veren çok kişi bir eğitimle, bundan daha çabuk ve bol elde edilebilecek başka hiç bir iş yoktur. ... Patronun makinesi" (şimdi bunların 12 ayda ve hem de karla yenilenebileceğini öğreniyoruz), "aslında, üretim işinde, altı aylık bir eğitimin öğreteceği ve sıradan bir tarım işçisinin bile öğrenebileceği fabrika işçisinin emek ve hünerinden" (şimdi 30 yılda yenilenmeleri olanaksız) "çok daha önemli rol oynar."

[15a] The Times, 24 March 1863.

[16] Parlamento, dış ülkelere yapılan göçlere yardım için bir tek kuruş bile ayırmadığı halde, yerel yönetimlere, işçileri yarı-aç durumda tutma, yani onları normal ücretin altında çalıştırma yetkisini veren bazı yasalar çıkardı. Öte yandan, üç yıl sonra, hayvan hastalıkları salgını başgösterince, Parlamento, bütün usulleri bir yana iterek, milyoner toprakbeylerine tazminat verilmek üzere sıradan bir yasa çıkartır; oysa bu büyük çiftçiler, et fiyatlarındaki yükselme nedeniyle hiç bir kayba uğramamışlardı. 1866 yılında Parlamentonun açılışında büyük toprak sahiplerinin boğalar gibi böğürmeleri, bir insanın, Hindu olmadan da Sabala ineğine tapabileceğini, Jupiter olmadan da bir öküz şekline girebileceğini göstermiştir.

[17] "L'ouvrier demandait de la subsistance pour vivre, le chef demandait du travail pour gagner." ["İşçi, yaşamak için geçim aracı, şef, kazanmak için emek istemiştir."] (Sismondi, l.c., s. 91.)

[18] Bu bağımlılığın köylüce, kaba bir şekli, Durham kontluğunda gürülür. Burası, koşulların, çiftlik sahibine, tarım emekçisi üzerinde tartışmasız bir mülkiyet hakkı sağlamadığı birkaç kontluktan biridir. Maden sanayii, emekçiye ne de olsa bir seçme olanağı verir. Bu kontlukta, büyük çiftçi, başka yerlerdeki adetin tersine, yalnız üzerinde emekçi kulübeleri bulunan çiftlikleri kiralar. Kulübenin kirası, ücretin bir kısmıdır. Bu kulübelere, "hinds' houses" ["ırgat evleri" -ç.] denir. Bunlar, emekçiye, bazı feodal hizmetler gözönünde bulundurularak "bondage" ["bağlanma" -ç.] denilen bir sözleşme ile kiralanır; bu sözleşme, diğer şeyler yanında, emekçiye başka yerde çalıştığı sürece, yerine birisini, diyelim kızını bırakma yükümlülüğünü yükler. Emekçinin kendisine, "bondsman" [bağlanmış adam. -ç.] denir. Buradaki ilişki aynı zamanda, emekçinin bireysel tüketiminin, sermaye için yapılan bir tüketim, yani üretken tüketim haline geldiğini, bambaşka bir açıdan gösterir: "Ne gariptir ki, ırgatlar ile bağlanmış emekçilerin kazuratları bile, işini bilen beyin verdiği bahşiş sayılır ... ve efendi çevrede kendisinden başkasına ait hela bulunmasına izin vermez, ve kendi senyörlük haklarının bir kısmından vazgeçmektense bahçe için şuraya buraya bir parça gübre bırakın." (Public Health, Report VII, 1864, s. 188.)

[19] Çocuk vb. emeğinin satışlarında, iradi satış formalitesinin bile unutulup gittiği akıldan çıkarılmamalıdır.

[20] "Şu halde, sermaye, ücretli-emek varsayımına, ücretli-emek de sermaye varsayımına dayanır. Bunlar birbirlerinin koşuludurlar, karşılıklı olarak birbirlerini yaratırlar. Bir pamuk fabrikası işçisi, yalnızca pamuklu kumaşlar mı üretir? Hayır, sermaye üretir. Kendi emeğine, yeniden komuta etmeye ve onun aracılığı ile yeni değerler yaratmaya hizmet edecek değerler üretir." (Karl Marx, "Lohnarbeit und Kapital" [Ücret, Fiyat ve Kar - Ücretli Emek ve Sermaye, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 45.] Neue Rheinische Zeitung gazetesinin 7 Nisan 1849 tarihli sayısı, n° 266.) N. Rh. Z.'de yukardaki başlık altında yayınlanan makaleler, 1847 yılında, Brüksel'de Alman "Arbeiter-Verein"de bu konuda yaptığım konuşmaların bir kısmıdır ve bunların yayınlanmaları Şubat Devrimi nedeniyle yarıda kalmıştır.

[21] "Sermayenin birikimi; gelirin bir kısmının sermaye olarak kullanılması." (Malthus, Definitions etc., ed. Cazenove, s. 11.) "Gelirin sermayeye çevrilmesi." (Malthus, Princ. Of Pol. Econ., 2. ed.; Lond. 1836, s. 320.)

[22] Bir ulusun, lüks mallarını, üretim araçlarına ya da tüketim maddelerine ve bunun tersine aracılık eden dış ticareti burada hesaba katmıyoruz. İnceleme konumuzu, kendi bütünlüğü içersinde, yani bozucu yan etkilerden arınmış olarak incelemek için, bütün dünyayı tek bir ulus gibi ele almak ve kapitalist üretimin her yerde yerleşmiş ve bütün sanayi kollarına elatmış bulunduğunu varsaymak zorundayız.

[23] Sismondi'nin birikim tahlili, büyük ölçüde, "gelirin sermayeye dönüşmesi" ile ilgilenmesi ve bu işlemin maddi koşullarına inmemesi nedeniyle eksikliklerle doludur.

[24] "Sermayenin, doğuşunu borçlu bulunduğu ilkel emek." Sismondi, l.c., ed. Paris, t. I., s. 109.

[25] "Labour creates capital before capital employs labour." ["Sermaye emeği kulanmadan önce emek sermayeyi yaratır."] E. G. Wakefield, England and America, Lond. 1833, vol. II, s. 110.

[26] KapitaIistin, başkalarının emek ürünleri üzerindeki mülkiyeti, "tersine olarak, her işçi, kendi emeğinin ürünü üzerinde tam mülkiyet hakkına sahiptir, temel ilkesine dayandırılan mülk edinme yasasının kesin bir sonucudur". (Cherbuliez, Richesse ou Pauvreté,4, Paris 1841, s. 58, bununla birlikte, diyalektik tersine dönüşüm, burada gereği gibi geliştirilmemiştir.)

[27] Meta üretimine dayanan ezeli mülkiyet yasalarına uygulanarak kapitalist mülkiyeti ortadan kaldırmak isteyen Proudhon'un aklına şaşmamak elden gelmez.

[28] "Sermaye, yani kar sağlamak amacıyla kullanılan biriktirilmiş servet." (Malthus, l.c., [s. 262].) "Sermaye ... gelirden tasarruf edilen ve kar sağlamak amacıyla kullanılan servetten ibarettir." (R. Jones, An Introductory Lecture on Polit. Econ., Lond. 1833*, s. 16.)

Almanca metinde: Text-book of lectures on the Political Economy of Nations, Hertford 1852. -ç.

[29] "Artı-ürünün ya da sermayenin sahibi." (The Source and Remedy of the National Difficulties. A Letter to Lord John Russell, Lond. 1821 [s. 4]).

[30] "Sermaye, tasarruf edilmiş sermayenin bütün kısımları üzerinde bileşik faizi ile, her şeye o kadar elatmıştır ki, dünyada kendisinden gelir sağlanan her türlü servet, çoktan sermaye faizi haline gelmiş bulunuyor." (London, Economist, 19th July, 1851.)

[31] "Bugün hiç bir iktisatçı, tasarruf deyince servet yığmayı anlamaz: bu dar ve yetersiz işlemin ötesinde, bu terimin ulusal zenginlik açısından, tasarruf edilen şeyin farklı şekilde kullanılmasından ileri gelmesi gerekeir ve bu tasarruf edilen şeyle bakımı ve devamı sağlanan emeğin farklı türleri arasındaki gerçek ayrım dışında bir kullanım şekli yoktur." (Malthus, l.c., s. 38, 39.)

[32] Örneğin, hırs ve tamahın her türlüsünü baştan sona inceleyen Balzac, ihtiyar tefeci Gobseck'i, öbek öbek mal biriktirmeye başladığı zaman, ikinci çocukluk çağını yaşıyordu diye anlatır.

[33] "Stokların birikmesi ... değişimin durması ... aşırı üretim." (Th. Corbet, l.c., s. 104.)

[34] Bu anlamda Necker "objets de faste et de somptuosité" ["müsrif ve şatafatlı eşyalar"]dan sözetmektedir, ki bu, "Le temps de grossi l'accumulation" ["zaman birikimi büyütür"] ve "les lois de la propriéte ont rassembles dans une seule classe de la société" ["mülkiyet yasaları toplumun yalnız bir sınıfında toplanır"] demektir. ŒEuvres de M. Necker; Paris and Lausanne, 1789, t. II, s. 291.)

[35] Ricardo, l.c., s. 163, not.

[36] John St. Mill, Logic'ine karşın, kendisinden önce gelenlerin yaptığı ve burjuva bilimi açısından bile düzeltilmeleri gereği apaçık ortada bulunan bu gibi hatalı tahlilleri hiç bir zaman farketmemiştir. Üstatlarının düşünce karışıklığına, bir çömeze yaraşır dogmatizmle bağlanmıştır. Burada da öyle: "Sermayenin kendisi uzun sürede bütünüyle ücret haline gelir ve ürünün satışıyla yenilendiği zaman tekrar ücret haline gelir."

[37] Yeniden-üretim ve birikim süreçIeri konusunda yaptığı açıklamalarda Adam Smith, birçok bakımlardan, herhangi bir ilerleme kaydetmek şöyle dursun, kendinden öncekilerle ve özellikle fizyokratlarla karşılaştırıldığında, oldukça önemli gerilemelerde bulunmuştur. Metinde sözü edilen aldatıcı hayal de, ekonomi politiğe ondan miras kalmış gerçekten şaşırtıcı bir dogmadır; metaların fiyatının ücretlerle, kardan (faizden) ve toprak rantından, yani ücretlerle artı-değerden meydana geldiği dogması. Bu noktadan hareket eden Storch, safça itiraz ediyor: "Gerekli fiyatı, kendisini meydana getiren en basit öğelere indirgemek olanaksızdır." (Storch, l.c., Petersb., Edit. 1815, t. II, s. 141, not.) Bir metaın fiyatını en basit öğelerine indirgemenin olanaksızlığını ilan eden ne mükemmel bir ekonomi bilimi. Bu nokta, III. Kitabın [cildin] yedinci kısmında daha ayrıntılı olarak incelenecektir.

[38] Okur, gelir teriminin çifte anlamda kullanıldığını farkedecektir: birincisi, sermayenin belirli aralıklarla verdiği meyve anlamında artı-değeri belirtmek için; ikincisi, bu meyvenin kapitalist tarafından belirli aralıklarla tüketilen ya da kendi özel tüketim fonuna eklenen kısmını belirtmek için. İngiliz ve Fransız iktisatçılarının kullandıkları dille uyum halinde olduğu için bu çifte anlamı ben de alıkoydum.

[39] Kapitalistin o eski moda, ama durmadan yenilenen örneği olan tefeciyi ele alan Luther, iktidar sevdasının, zengin olma arzusunda bir etmen olduğunu çok yerinde olarak belirtir. "Kafirler, tefecinin katmerli bir hırsız ve katil olduğunu aklın ışığı ile anlayabiliyorlardı. Biz hıristiyanlar ise, bunlara öylesine bir onur veririz ki, yalnız paraları için onlara düpedüz taparız. ... Bir kimse bir başkasının rızkını yerse, çalarsa, elinden alırsa, bu adamı açlıktan öldürmüş ya da düpedüz katletmiş kadar (yani bir kimsenin yapabileceği kadar) büyük bir cinayet işlemiş olur. Tefecinin de yaptığı budur ve koltuğunda rahat ve huzur içersinde oturmaktadır; oysa, darağacında sallanmalı ve leşi, eğer üzerinde bu kadar eti varsa, çaldığı guldenler sayısında kargalar tarafından gagalanıp didiklenmelidir. ... Oysa biz, küçük hırsızları asarız. ... Bunlar zindanlara tıkılır, büyük hırsızlar ise altın ve ipekler içersinde kibirlenirler. ... İşte bunun için, bu dünyada, para delisinden, tefeciden daha büyük (şeytandan sonra) insan düşmanı yoktur, çünkü o, bütün insanlar üzerinde tanrı olmak ister. Türkler, askerler, despotlar da kötü insanlardır, ama bunlar gene de insanları yaşamaya bırakırlar ve kendilerinin kötü ve düşman olduklarını itiraf ederler, üstelik arasıra bazı insanlara merhamet etmek zorunluluğunu da duyarlar. Ama bir tefeci ve para delisi, bütün dünyanın açlıktan, susuzluktan, sefaletten, yoksulluktan kırılmasını ister; böylece her şey onun olacak ve herkes sanki tanrı imiş. gibi gereksinmelerini ondan alacak, onun ebedi kölesi olacaktır. Soylu ve dindar görünmek için güzel pelerinler giyinir, altın zincirler, yüzükler takar, ağızlarını silerler. ... Tefecilik her şeyin kökünü kurutan, Cacus'dan, Gerion'dan ya da Antus'dan da beter korkunç bir canavardır. Mağarasına çekip götürdüğü öküzleri, halkın gözünden gizlemek için kendisini donatır ve dindar görünür. Ama Herkül, öküzlerin böğürmelerini ve tutsak ettiği insanların feryatlarını duyacak, Cacus'u uçurumlar ve kayalar arasında arayıp bulacak ve öküzleri bu hain ve cani kimsenin elinden kurtaracaktır. Cacus, dindar tefeci, çalan, soyan ve her şeyi yiyen habis ve cani demektir. Ve bütün bu yaptıklarının bilinmesini istemez, kimse onu bulamayacak sanır, çünkü mağaraya sürüklediği ayak izlerini, sanki mağaradan dışarıya bırakmışlar gibi düzenler. Tefeci de dünyayı böyle aldatır, sanki yararlıymış, herkese öküz dağıtıyormuş gibi davranır, oysa hepsini parçalar ve tek başına yer bitirir. ... Ve biz, eşkiyaların, katillerin, hırsızların nasıl işkenceyle kemiklerini kırıyor, kafalarını kesiyorsak, bütün tefecilerin de, kemiklerini daha beter kırmalı, öldürmeli, peşlerini bırakmamalı, lanetlemeli ve kafalarını kopartmalıyız." (Martin Luther, l.c., [s. 19, 40, 41, 42].)

[40] Goethe, Faust, 1. kısım.

[41] Dr. Aikin, Description of the Country from 30 to 40 miles round Manchester, Lond. 1795, s. [181], 182 sqq., [188].

[42] A. Smith, l.c., b. II, ch. III. [s. 367].

[43] J. B. Say bile şöyle der: "Zenginlerin tasarrufu, yoksulların sırtından yapılır." "Romalı proletarya, neredeyse tamamen toplumun sırtından geçinirdi. ... Modern toplumun da, hemen hemen, proletaryanın sırtından geçindiği, emeğin ücretinden kestiği kısım ile yaşadığı söylenebilir." (Sismondi, Études etc., t. I, s. 24.)

[44] Malthus, l.c., s. 319, 320.

[45] An Inquiry into those Principles Respecting the Nature of Demand etc., s. 67

[46] l.c., s. 59.

[47] (Senior, Principes fondamentaux de l'Écon. Pol., trad. Arrivabene. Paris 1836, s. 309.) Eski klasik okula sadık kalanlar için bu kadarı fazlaydı. "Bay Senior, emek ve kar deyimleri yerine, emek ve perhiz terimlerini koyuyor. Gelirini sermayeye dönüştüren kimse, gelirinin harcanmasının kendisine sağlayacağı zevk ve doyumdan perhizde bulunmuş olur. Karın nedeni, sermaye değil, sermayenin üretken olarak kullanılmasıdır." (John Cazenove, l.c., s. 130, not.) Buna karşılık John St. Mill, bir yandan Ricardo'nun kar teorisini kabul eder, öte yandan Senior'ün "remuneration of abstinence" ["perhizin ödülü" -ç.] görüşünü benimser. Bütün diyalektiğin kaynağı hegelci çelişkiyi kendisine çok uzak bulduğu halde, saçma çelişkiler karşısında gayet rahattır. Vülger iktisatçı, insanın her hareketine, bu hareketin zıddından "perhiz" yapma gözüyle bakılabileceği düşüncesini hiç bir zaman aklına getirmemiştir. Yemek, oruçtan perhiz yapmaktır, yürümek ayakta durmaktan perhiz yapmaktır, çalışma tembellikten perhiz yapmaktır, aylaklık, çalışmaktan perhiz yapmaktır, vb.. Bu baylar, Spinoza'nın "Determinatio est Negatio" [belirleme olumsuzlamadır" -ç.] formülü üzerinde bir düşünseler çok iyi ederler.

[48] Senior, l.c., s. 342, 343.

[49] "Hiç kimse ... ek değer elde etme umudunda olmadan, şarabını, buğdayını ya da bunların eşdeğerlerini tüketip bitirmek yerine ... sözgelişi, buğdayını toprağa ekip de bunu oniki ay orada bırakmaz ya da şarabını yıllarca mahzende bekletmez." (Scropc, Polit. Econ., edit. by. A. Potter, New York 1841, s. 133-134.)

[50] "Kapitalistin sahip olduğu değeri, yararlı ya da hoş şeylere çevirerek, kişisel kullanımına ayıracağı yerde üretim araçlarına geçirerek (kaba gerçegi ince sözlerle örtmek amacıyla kullanılan bu sözler, vülger ekonominin bilinen yöntemiyle, sömürülen işçiyi, diğer kapitalistlerin ödünç para verdiği ve kendisini sömüren sanayici kapitalist ile bir tutmak için söylenmiştir,) emekçiye ödünç vermek suretiyle, kendini tüketim zevkinden uzak tutması." (G. de Molinari, l.c., s. 36.)

[51] "La conservation d'un capital exige ... un effort constant potir résister à la tentation de le consommer." (Courcelle-Seneuil, l.c., s. 20.)

[52] "Ulusal sermayenin ilerlemesine en fazla katkıda bulunan belirli gelir sınıfları, ilerlemelerinin farklı aşamalarında değişirler ve bu nedenle, bu gelişmede farklı yerlerde bulunan uluslarda tamamen farklı olurlar. ... Karlar... toplumun ilk aşamalarında. ücret ve rantlara oranla önemsiz bir birikim kaynağıdır. ... Ulusal sanayi gücünde oldukça büyük bir ilerleme olduğu zaman, karlar, birikim kaynağı olarak daha önemli bir yer tutarlar." (Richard Jones, Textbook etc., s. 16, 21.)

[53] l.c., s. 36 sq.

[54] "Ricardo diyor ki, 'Toplumun farklı aşamalarında, sermayenin ya da emeğin istihdamı' (yani sömürüsü) 'için kullanılan araçların birikimi az ya da çok hızlıdır ve her durumda, bunun emeğin üretkenlik gücüne bağlı olması gerekir. Verimli toprakların bol bulunduğu yerlerde emeğin üretkenlik gücü genellikle en büyüktür.' Eğer birinci tümcede, emeğin üretkenlik gücüyle, herhangi bir ürünün onu el emeğiyle üreten kimselerin payına düşen kısmının küçüklüğü anlatılıyorsa, bu tümce, hemen hemen aynı şeyin yinelenmesi gibidir, çünkü, geriye kalan kısım, eğer sahibinin canı isterse sermaye birikimi için kullanılabilecek fondur. Ama, toprağın çok verimli olduğu yerlerde genellikle bu böyle olmaz." (Observations on Certain Verbal Disputes etc., s. 74, 75.)

[55] J. Stuart Mill, Essays on Some Unsettled Questions of Political Economy, Lond. 1844, s. 90, 91.

[56] An Essay on Trade and Commerce, Lond. 1770, s. 44. 1866 Aralık ve 1867 Ocak sayılarında The Times gazetesi de, aynı şekilde, İngiliz maden sahiplerinin, Belçikalı maden işçilerinin mutlu durumlarını anlatan ve yüreklerinden kopup gelen yazılarını yayınlamıştı; bu işçiler, "patronları" için yaşayabilmeleri için gerekli olandan bir kuruş bile fazla istemiyorlar ve almıyorlardı. Belçikalı maden işçileri büyük ıstırap içersindeydiler, ama, The Times, onları, böyle örnek işçiler diye gösteriyordu! 1867 yılının başında bu sözlerin yanıtı geldi: Marchienne'deki Belçikalı maden işçilerinin grevi, barut ve kurşunla bastırılmıştı.

[57] l.c., s. 44, 46.

[58] Northamptonshire'lı fabrikatör, yüreği bu kadar dolu olan bir kimse için, pia fraus [bağışlanabilen sofuca bir hilekarlık ç.] yapıyor. O, güya İngiliz ve Fransız fabrika işçilerinin yaşamlarını karşılaştırıyor, ama yukarıya alınan sözlerinde, karışık bir biçimde kendisinin de itiraf ettiği gibi, Fransız tarım işçilerinin yaşamını anlatıyor.

[59] l.c., s. 70, 71. Üçüncü Almanca baskıya not. — Bugün, dünya pazarlarında, o zamandan beri yerleşen rekabet sayesinde, daha da ilerlemiş durumdayız. Parlamento üyesi Mr. Stapleton seçmenlerine şöyle diyor: "Çin, eğer, büyük bir sanayi ülkesi haline gelirse, Avrupalı işçi nüfusunun, rakiplerinin düzeyine inmeksizin savaşımı nasıl sürdürebileceklerini anlamıyorum." (Times, Sept. 3rd 1873, s. 8.) İngiliz sermayesinin arzu ettiği hedef, artık Kıta Avrupasındaki ücretler değil, Çin'deki ücretlerdir.

[60] Benjamin Thompson, Essays Political, Economical and Philosophical etc., 3 cilt. Lond. 1796-1802, vol. I, s. 294. Sir F. M. Eden, The State of the Poor, or an History of the Labouring Classes in England etc., adlı yapıtında, işliklerdeki gözcülere , Rumford dilenci çorbasını şiddetle tavsiye ediyor ve İngiliz emekçilerini azarlayarak uyarıyor: "Pek çok fakir insan, özellikle İskoçya'da aylar boyunca yalnız su ve tuzla yapılmış yulaf ve arpa bulamacı ile pekala yaşayıp gidiyorlar." (l.c., vol. 1, book I, ch. 2, s. 503.) 19. yüzyılda da aynı belirtiler görülür. "Sağlığa çok yararlı un bulamacını İngiliz tarım emekçileri yemek istemediler ... eğitim durumunun daha iyi olduğu İskoçya'da bu önyargı belki de yoktur." (Charles H. Parry, M. D., The Question of the Necessity of the Existing Corn Laws Considered, London 1816, s. 69.) Bu aynı Parryne var ki, İngiliz emekçilerinin şimdi (1815), Eden zamanından (1797) çok daha kötü durumda olmalarından yakınıyor.

[61] Tüketim maddelerine hile karıştırılması konusunda kurulan son ParIamento Komisyonunun raporlarından da görüleceği gibi, İngiltere'de ilaçlara bile hileli maddeler karıştırılması olağan şeylerdendir. Örnek: Londra'da çok çeşitli eczanelerden satınalınan 34 afyonlu ilacın incelenmesi, bunlardan 31'inin haşhaş tohumu, buğday unu, zamk, kül, kum vb. gibi maddelerle karıştırıldığını göstermektedir. Bunlardan birkaç tanesinde afyonun zerresi bile bulunmuyordu.

[62] G. B. Newnham (avukat), A Revieiv of the Evidence before the Committee of the two Houses of Parliament on the Corn Laws, Lond. 1815, s. 20, not.

[63] l.c., s. 19, 20.

[64] C. H. Parry, l.c., s. 77, 69. Toprakbeyleri, İngiltere adına verdikleri, jakobenlere karşı verdikleri savaş için kendi kendilerine "tazminat" ödemekle kalmadılar, büyük servetler de edindiler. Aldıkları toprak kiraları, iki, üç, clört katına "ve bir keresinde, 18 yılda tam altı katına çıktı". (l.c., s. 100, 101.)

[65] Friedrich Engels, Lage der arbeitenden Klasse in England, s. 20.

[66] Klasik ekonomi, emek ve değer yaratma sürecini yetersiz ve eksik tahlil etmesi nedeniyle, Ricardo'da da görülebileceği gibi, yeniden-üretimin bu önemli öğesini hiç bir zaman doğru dürüst kavrayamamıştır. Örneğin Ricardo diyor ki, üretici güçte ne gibi bir değişiklik olursa olsun, "bir milyon insan fabrikalarda daima aynı değeri yaratırlar". Eğer bu insanların emeklerinin büyüklüğü ve yoğunluk derecesi belli ise, bu, doğrudur. Ama bu, emeklerinin üretkenlikleri farklı bir milyon insanın, kitleleri çok farklı üretim araçlarını ürün haline getirmelerine ve bu nedenle ürünlerinde çok farklı değer kitlelerini korumalarına, dolayısıyla bunlar tarafından sağlanan sonuçların çok farklı olmalarına engel değildir; Ricardo, bunu, çıkardığı bazı sonuçIarda gözden kaçırmıştır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Ricardo, bu aynı örneğe dayanarak J. B. Say'a, kullanım-değeri (o, burada, buna servet ya da maddi zenginlik diyor) ile değişim-değeri arasındaki farkı anlatmaya boşuna çalışmıştır. Say'ın yanıtı şudur; "Quant à la difficulté qu'élève Mr. Ricardo en disant que, par des procédés mieux entendus un million de personnes peuvent produire deux fois, trois fois autant de richesses, sans produire plus de valeurs, cette difficulté n'est pas une lorsque l'on considère, ainsi qu'on le doit, la production comme un échange dans lequel on donne les services productifs de son travail, de sa terre, et de ses capitaux, pour obtenir des produits. C'est par la moyen de ces services productifs que nous acquérons tous les produits qui sont au monde. ... Or ... nous sommes d'autant plus riches, nos services productifs ont d'autant plus de valeur, qu'ils obtiennent dans l'échange appelé production, une plus grande quantité de choses utiles." ["Bay Ricardo'nun, daha becerikli yöntemlerle, bir milyon kişi, daha çok değer üretmeksizin, eskisinden iki kez, üç kez daha çok zeninlik üretebilir diyerek önümüze diktiği güçlüğe gelince, üretim, düşünülmesi gerektiği gibi, ürünler elde etmek için, emeğinin, toprağının ve sermayelerinin üretken hizmetlerinin verildiği bir değişim olarak düşünüldüğü zaman, bu güçlük, bir güçlük olmaktan çıkar. Dünyada bulunan tüm ürünleri işte bu üretken hizmetler aracıyla elde ederiz. ... Öyleyse ... üretken hizmetlerimiz, üretim adı verilen değişmde ne kadar çok yararlı şey elde ederse, biz, o kadar zengin, üretken hizmetlerimiz de o kadar değerli demektir."] (J. B. Say, Lettres à M. Malthus, Paris 1820. s. 168. 169.) Aydınlığa kavuşturulması gereken "difficulté" ["güçlük" - ç.] —bu güçlük Ricardo için değil, Say için vardır— şu oluyor: Emeğin üretkenlik gücündeki artış nedeniyle, kullanım-değerleri miktarı arttığı zaman değişim-değeri niçin artmaz? Yanıt: bu güçlük, eğer izin verirseniz, kullanım-değerine değişim-değeri demekle karşılanmış oluyor. Değişim-değeri, one way or another [şu ya da bu şekilde -ç.] değişim ile ilişkili bir şeydir. Bu yüzden eğer üretime, emek ile üretim araçlarının ürünle değiştirilmesidir denilecek olursa, üretimin daha fazla kullanımdeğeri sağlaması oranında dahi fazla değişim-değeri elde edeceğiniz gün gibi açıktır. Bir başka deyişle, bir emek gücü, çorap fabrikatörüne ne kadar fazla kullanım-değeri, yani çorap sağlarsa, o, çorap bakımından o kadar zengindir demektir. Ne var ki, Say, birdenbire, "daha büyük miktarda" çorap olunca bunların fiyatlarının (bu fiyatın, kuşkusuz değişim-değeri ile bir ilgisi yoktur!) düşeceğini anımsar, "çünkü rekabet onları" (üreticileri) "ürünleri kendilerine neye maloluyorsa o fiyattan satmaya zorlar". İyi ama, eğer kapitalist, mallarını maliyet fiyatına satarsa, kar nereden gelir? Never mind [aldırmayın -ç.] efendim! Say, artan üretkenlik nedeniyle şimdi herkesin, belli bir eşdeğer karşılığı bir yerine iki çift çorap sahibi olduğunu ilan eder. Böylece vardığı sonuç, Ricardo'nun, onun çürütmeye çalıştığı önermesinin ta kendisi oluyor. Bu muazzam düşünce çabasından sonra, zafer sevinci ile Malthus'a seslenir. "Telle est, monsieur, la doctrine bien liée, sans laquelle il est impossible, je de déclare, d'expliquer les plus grandes difficultés de 1'éonomie politique, et notamment, comment il se peut qu'une nation soit plus riche lorsque ses produits dimunuent de valeur, quoique richesse soit de la valeur." ["İşte Bayım, ekonomi politiğin en büyük güçlüklerinin ve bu arada, zenginlik değer olduğu halde, ürünlerinin değeri azaldığı zaman, bir ülkenin nasıl olup da daha zengin olabildiğini iddia ediyorum, kendisi olmaksızın açıklamanın olanaksız bulunduğu tutarlı öğreti."] (l.c, s. 170.) Bir İngiliz iktisatçısı, Say'ın Lettres'inde görülen aynı türden eliçabuklukları için şöyle söylüyor: "Bu yapmacık konuşma şekli, bütün olarak, Say'ın kendi öğretisi olduğunu söylemekten pek hoşlandığı ve halen dans plusieurs Partıes de l'Europe [Avrupa'nın birçok yerinde -ç.] olduğu gibi Hertford'da da okutulmasını Malthus'a ciddiyetle öğütlediği şeyi meydana getirirler. Say diyor ki: 'Eğer bütün bu önermelerde paradoksal bir nitelik görürseniz, bunların ifade ettikleri şeyleri gözünüzün önüne getiriniz, cesaretle söyleyebilirim ki, bunların çok basit ve aklauygun şeyler olduğunu göreceksiniz.' Kuşkusuz: ama gene aynı süreç sonucu, bunlar başka her şey olarak ortaya çıkarlar, ama özgün olarak asla." (An Inquiry into those Principles Respecting the Nature of Demand etc., s. 116, 110.)

[67] MacCulloch, "wages of past labour"a ["geçmişte harcanmış emeğin ücretleri" -ç.] ait patenti, Senior'ün "wages of abstinence"e ["perhizin ücreti" -ç.] ait patentten çok daha önce almıştı.

[68] Diğerleri arasında karşılaştırınız: Jeremy Bentham, Théorie des Peines et des Récompenses, traduct. d'Et. Dumont, 3. baskı, Paris 1826, c. II, kitap IV, bölüm II.

[69] Bentham, katıksız bir İngiliz ürünüdür. Bizim filozof Christian Wolff da dahil, böylesine harcıalem bir şeyle, böylesine kendine güvenle çalım satmak hie bir devirde hiç bir ülkede görülmemiştir. Yararlılık ilkesi, Bentham'ın bir buluşu değildir. O, yalnızca, Helvetius ile başka Fransızların daha 18. yüzyılda ve hem de espri ile söylediklerini kendi sıkıcı anlatımı ile yinelemekten öte bir şey yapmamıştır. Köpeğe neyin yararlı olduğunu bilmek için, köpeğin niteliğinin ineelenmesi gerekir. Bu niteliğin kendisi, yararlılık ilkesinden çıkartılamaz, Bunu insana uygularsak, insanın bütün hareketlerini, eylemlerini, ilişkilerini vb. yararlılık ilkesi açısından incelemek isteyen bir kimse, önce insan doğasını genel bir çerçeve içersinde, sonra da her tarihsel çağda değişmiş şekliyle ele almak zorundadır. Bentham, bu işi, kısa yoldan çözümlüyor. Kupkuru bir saflıkla, modern bir bakkalı, özellikle bir İngiliz bakkalını normal bir insan olarak alır. Bu acayip normal insana ve onun dünyasına yararlı olan her şey, mutlak yararlıdır. Sonra da bu ölçütü, geçmişe, bugüne ve geleceğe uyguluyor, Sözgelişi hıristiyan dini, "yararlıdır", çünkü, onun din adına yasakladığı aynı kusurları, ceza yasaları da. hukuk adına yasaklamaktadır. Sanat eleştirisi "zararlıdır", çünkü, değerli ve soylu kimselerin Martin Tupper'den, ve benzerlerinden aldıkları zevki bozmaktadır. Gözüpek delikanlı, benimsediği, "nulla dies sine linea" ["çiziktirmeksizin tek bir gün geçmemeli" -ç.] özdeyişine uyarak, dağlarca kitap yazmıştır. Eğer dostum Heinrich Heine'nın yürekliliği bende de olsaydı, Bay Jeremy'ye burjuva budalalığının dehası derdim.

[70] "Ekonomi politikçiler, belli bir miktar sermaye ile belli sayıda işçiyi, aynı biçim güce sahip ya da belli ve aynı biçim yoğunlukta iş gören üretken araçlar gibi ele almaya çok yatkındırlar. Metaları ... üretimin biricik öğeleri ... olduğunu öne süren kimseler ... üretimin asla genişletilemeyeceğini tanıtlamış olurlar, çünkü, böyle bir genişlemenin vazgeçilmez koşulu, yiyeceklerin, hammaddelerin ve aletlerin daha önce çoğaltılmış olmalarını gerektirir, ki bu da, aslında, daha önce bir artış olmaksızın üretimde de bir artış olmayacağını, bir başka deyişle, artışın olanaksız bir şey olduğunu savunmak demektir." (S. Bailey, Money and its Vicissitudes, s. 58 ve 70.) Bailey, dogmayı, esas olarak, dolaşım süreci açısından eleştirir.

[71] John Stuart Mill, Principles of Political Economy adlı yapıtında şöyle der: "Gerçekten ağır ve yorucu, gerçekten usandırıcı işler, diğerlerinden daha fazla ücret verilmek yerine hemen her zaman en düşük ücret ödenen işler olur. ... Yapılan iş ne kadar tiksindirici ise, alınacak karşılığın o kadar düşük olacağı kesindir. ... Katlanılan güçlükler ile kazanç, adaletli bir toplumda olması gerektiği gibi, doğru orantılı olacağına, genellikle bunlar, birbirleriyle ters orantılıdır." Yanlış bir anlamayi önlemek için şurasını da belirtmek isterim ki, John Stuart Mill gibi kimseler, geleneksel ekonomik dogmaları ile modern eğilimleri arasındaki çelişki nedeniyle kınanmakla birlikte. bunların, vülger ekonomik mazur göstericiler sürüsü ile aynı sınıfa sokulması çok yanlış olur.
[72] H. Fawcett, Prof. of Polit. Econ. at Cambridge, The Economic Position of the British Labourer, London 1865, s. 120.

[73] Okura burada şurasını anımsatmak isterim ki, "değişen ve değişmeyen sermaye" kategorilerini ilk kez ben kullandım. Adam Smith'ten beri ekonomi politik, bu kategorilerin içerdiği temel farklılıkları, sabit ve döner sermayenin dolaşım sürecinden ileri gelen salt biçimsel farklılıklar ile karıştırmıştır. Bu nokta üzerinde daha fazla ayrıntı için, II. Kitabın [Cildin] İkinci Kısmına bakınız.

[74] Fawcett, l.c.. s. 122, 123.

[75] Her yıl, yalnız sermayenin değil, emekçilerin de göçmen olarak İngiltere'den ihraç edildikleri söylenebilir. Bununla birlikte, metinde, büyük kısmı emekçi olmayan göçmenlerin mallarından sözedilmemektedir. Bunların büyük kısmı çiftçilerin oğullarıdır. Faize verilmek üzere her yıl dışarıya götünülen ek sermaye, yıllık göçün yıllık nüfus artışına olan oranından çok daha büyüktür.





[1*] Marx'ın Fransızca metne koyduğu başlıktır. -ç.

[2*] Buradan s. 604'te "kapitalist elkoyma yasalarına dönüşür"e kadar olan pasaj, 4. Almanca baskıya uygun olarak İngilizce metne eklenmiştir. --Ed.