Üçüncü Kesim. - Sörmürüye Yasal Sınırlar Konulmayan İngiliz Sanayi Kolları

Karl Marx
Biz, işgününün uzatılması konusundaki eğilimin, bir İngiliz burjuva iktisatçısının belirttiği gibi, Amerikan Kızılderililerine[68] İspanyolların yaptıkları vahşetin bile erişemediği sermayenin neden olduğu canavarca zorbalıklar alanındaki artı-emeğe duyulan kurt gibi açlığın, yasal düzenlemelerin zincirleriyle sonunda sınırlandığını gözden geçirmiş bulunuyoruz. Şimdi de, emeğin sömürülmesinin, bugüne ya da daha düne kadar her türlü engelden uzak kaldığı bazı üretim kollarına bir gözatalım.

Nottingham kent meclisi salonunda 14 Ocak 1860'da yapılan bir toplantıya başkanlık eden il yargıcı Bay Broughton Charlton şöyle diyordu: "Dantela yapımı ile uğraşan halk arasında, krallığın diğer yerlerinde ve hatta uygar dünyada görülmemiş bir sefalet ve ıstırap vardır. ... Dokuz-on yaşındaki çocuklar, sabahın ikisinde, üçünde ya da dördünde çul yataklarından zorla kaldırılmakta, bir dilim ekmek için gece saat ona, onbire, onikiye kadar çalıştırılmaktadır. Elleri ayakları yorgunluktan bitkin, vücutları kavruk, yüzleri kireç gibi, insanlıkları taş gibi bir uyuşukluğa dönüşmüş; düşünmek bile insana dehşet veriyor. ... Bay Haltet ya da başka bir imalatçının ileri fırlayıp bu tartışmalara karşı çıkmalarına şaşmıyoruz. ... Sistem, Rahip Montagu Valpy'nin belirttiği gibi tam bir kölelik düzeni; hem toplumsal, hem fizik, hem ahlak ve hem de manevi yönden. ... Erkeklerin günlük çalışmaları, onsekiz saate indirilsin diye öneride bulunmak amacıyla toplantı düzenleyen bir kasaba hakkında ne düşünülür? ... Virginia ile Carolina'lı pamuk yetiştiricilerini yeriyoruz. Oysa, onların zenci pazarlarından, kamçılarından, insan eti bezirganlığından, kapitalistlerin kar ve kazançları uğruna tüller ve yataklık danteller örmek için sürdürülen insanlığın bu yavaş yavaş kırımı daha mı az lanetliktir?"[69]

Staffordshire'deki seramikçilik, son 22 yılda, üç parlamento soruşturmasına konu olmuştur. Soruşturmaların sonuçları, Bay Scriven'in 1841 tarihli Children's Employment Commissioners'e [Çocuk Çalıştırma Komisyonu. -ç.] sunduğu raporla; Dr. Greenhow'un 1860 tarihli, Privy Council'in emriyle yayınlanan raporuyla (Public Health, 3rd Report, I, 112-113); ve ensonu Bay Longe'un 1862 tarihli First Report of the Children's Employment Commission, 13 Haziran 1863, raporuyla açıklanmıştır. Benim için, 1860 ve 1863 tarihli raporlardan, sömürülen çocukların kendi ifadelerinden bazı kısımları buraya almak yetecektir. Çocukların söylediklerinden, yetişkinler, özellikle kızlarla kadınlar için bir fikre ulaşabiliriz, ve üstelik bu işkolunun yanında pamuk eğirme sanayii, kabul edilebilir ve sağlıklı bir iştir.[70]

Willliam Wood, dokuz yaşında, 7 yıl 10 aylıkken işe başlamış. Başlangıçta "kalıp taşıma" işinde çalıştı, hazırlanmış kalıpları kurutma odasına götürür, sonra da boş kalıpları geri taşırdı. Haftanın altı günü işe sabah altıda gelir, gece dokuzda işten çıkardı. "Haftanın altı günü gece saat dokuza kadar çalışırdım. Yedi ya da sekiz hafta bu böyle sürdü." Yedi yaşında bir çocuğun günde onbeş saat çalışması! 12 yaşındaki J. Murray şöyle diyor: "Tornayı çevirir, kalıp dökerim. Sabah altıda, bazan dörtte gelirim. Akşamdan bu sabahın altısına kadar bütün gece çalıştım. Önceki geceden beri yatağa yatmadım. Dün gece benimle birlikte çalışan sekiz-dokuz çocuk daha vardı. Bu sabah birisi dışında hepsi geldiler. Ben üçbuçuk şilin alıyorum. Gece çalıştığım için fazladan bir şey almıyorum. Geçen hafta iki gece çalıştım." On yaşındaki Fernyhough: "Öğle yemeği için her zaman bir saat paydos olmaz. Bazan ancak yarım saat olur: perşembe, cuma, cumartesi günleri."[71]

Dr. Greenhov, Stoke-on-Trent ve Wolstanton çömlekçilik bölgelerinde yaş ortalamasının son derece düşük olduğunu söylüyor. Yirmi yaşın üzerinde yetişkin erkek nüfusun Stoke bölgesinde yalnız %36,6'sı, Wolstanton'da %30,4'ü çömlekçilikte çalışmakla birlikte, birinci bölgede bu yaştaki erkekler arasındaki ölümlerin yarısı, ikincide ise 2/5'si akciğer hastalıklarından ileri gelmektedir. Hanley'de pratisyen hekimlik yapan Dr. Boothroyd şöyle diyor: "Her yeni çömlekçi kuşağı bir öncekinden daha çelimsiz ve cılız oluyor." Aynı şekilde, bir başka doktor Bay M'Bean diyor ki: "Yirmibeş yıldır çömlekçiler arasında hekimlik yaparım, vücut yapısı ve ağırlık bakımından açıkça görülen bir yozlaşmaya tanık oldum." Bütün bu sözler, Dr. Greenhow'un 1860 tarihli raporundan alınmıştır.[72]

Aşağıdakiler de 1863 tarihli Komisyon raporundan alınmıştır: Kuzey Staffordshire, Kliniği başhekimi Dr. J. T. Arledge diyor ki: "Çömlekçiler bir sınıf olarak, hem kadın, hem erkek, hem fizik, hem moral bakımından yozlaşmış bir topluluğu temsil ediyorlar. Genellikle çelimsiz, biçimsiz yapıda, sık sık da dar göğüslüdürler: zamanından önce yaşlanırlar ve kısa ömürlüdürler; ağır tabiatlı ve kansızdırlar; bu zayıflıkları nedeniyle, hazımsızlık, karaciğer ve böbrek hastalıkları arasında en fazla göğüs hastalıklarına, zatürreye, vereme, bronşit ve astıma yatkındırlar. Bunlara musallat olan bir tür hastalık vardır ki, çömlekçi astımı ya da gömlekçi veremi denilmektedir. Bademciklere, kemiklere ya da vücudun öteki organlarına musallat olan sıraca, çömlekçilerin üçte-ikisinin ya da daha fazlasının yakalandığı yaygın bir hastalıktır. ... Bu bölge nüfusu içersinde 'yozlaşmanın' daha da fazla olmamasının nedeni; çevre köylerden devamlı insan akımı olması ve daha sağlıklı soylarla yapılan evlenmelerdir."[73]

Aynı hastanenin eski operatörü olan Dr. Charles Parsons, komisyon üyesi Longe'a yazdığı mektupta, diğer şeyler arasında, şöyle diyor: "Ben, istatistik verilerden değil, ancak kendi gözlemlerimden sözedebilirim, ama sağlıkları, ya ana-babalarının. ya da işverenlerin kazanç hırslarına kurban edilen zavallı çocuklar karşısında her seferinde büyük bir azap duyduğumu derhal söyleyebilirim." Çömlekçilerin arasındaki hastalıkların nedenlerini saydıktan sonra, bunları şu sözlerle özetliyor: "uzun saatler [çalışma]". Komisyonun raporunda şu umut dile getirilir: "Bütün dünyada böylesine seçkin bir yere ulaşan bir sanayi kolunun, bu büyük başarısının yanısıra, emek ve hünerleri ile önemli sonuçlar elde eden işçilerinin, fizik bakımdan yozlaşması, yaygın hale gelen bedensel ıstırapları ve zamanından önce ölümleri ile birarada anılmasına artık bir son verme zamanı gelmiştir."[74] Ve İngiltere',de çömlekçiler için söylenen bütün bunlar, İskoçya için de aynen geçerlidir.[75].

Kibrit yapımı, fosforun kibrit çöpüne yapıştırılması usulünün bulunduğu 1833 tarihinde başlar. 1845'ten beri bu işkolu, İngiltere'de hızla gelişmiş ve özellikle Londra'nin yoğun nüfuslu bölgeleri ile Manchester, Birmingham, Liverpool, Bristol, Norwich, NewCastle ve Glasgow'da yaygın hale gelmiştir. Bununla, aynı zamanda, Viyanalı bir doktorun 1845'te keşfettiği ve kibrit yapanlara özgü tetanoz hastağı da yayılmıştır. İşçilerin yarısı, onüç yaşından küçük çocuklar ile onsekizden küçük delikanlılardır. Kibrit yapımı sağlığa zararlı ve kötü kokusu nedeniyle o kadar tatsız bir iştir ki, ancak çalışan sınıfın en sefil kesimi, yarı-aç dullarla benzerleri, çocuklarını, "paçavralar içinde, açlıktan bitkin, alfabesiz çocuklarını"[76] bu işe vermektedirler.

Komisyon üyesi White'ın dinlediği (1863) tanıkların, 270'i 18 yaşından, 50'si 10 yaşından küçük, 10 tanesi ancak 8, ve 5 tanesi yalnızca 6 yaşındaydı. 12 ile 14 saate, bazan da 15 saate varan bir işgünü, gece işi, düzensiz yemek zamanları, çoğu zaman fosforla soluk alınamaz işyerlerinde yenen yemek. Dante, kendi cehennemindeki en korkunç betimlemelerin herhalde bu işyerinden geri kaldığını kabul ederdi.

Duvar kağıdı yapımında, kaba türler makineyle basılır, daha zarifleri elle basılır (block printing). En civcivli iş ayları, ekim başı ile nisan sonudur. Bu zaman aralığı içinde, işler, sabah saat 6'dan gece 10'a kadar ve hatta bütün gece büyük bir hızla devam eder.

J. Leach yeminli ifadesinde diyor ki: "Geçen kış, aşırı çalışmadan ötürü, ondokuz kızdan altısı sağlıklarının bozulması yüzünden iş-dışı kaldılar. Onları uyanık tutmam için onlara bağırıp çağırmam gerekiyordu." W. Duffy: "İşbaşında, tüm çocukların gözlerini açık tutamadıkları zamanlar olduğunu gördüm; gerçekten hepimiz böyleydik." J. Lightbourne: "13'ündeyim. ... Geçen kış, (gece) dokuza kadar çalıştık, daha önceki kış ona kadar. Geçen kış ayaklarımın sızlamasından hemen her gece ağlardım." G. Apsten: "Şu benim oğlumu ... daha yedi yaşındayken, karda-kışta gidip gelirken sırtımda taşırdım, günde onaltı saat çalışırdı. ... Makineniri önünde ayakta doyurmak için çoğu zaman diz çökerdim, çünkü ne makinenin başından ayrılabilirdi, ne de onu durdurabilirdi." Manchester'de bir fabrikanın yönetici ortağı Smith: "Biz" (kendileri hesabına çalışan işçiler demek istiyor) yemek için hiç aralık vermeden çalışırız, böylece 10½ saatlik günlük iş, öğleden sonra saat 4.30'da biter, bundan sonraki süre fazla mesai demektir."[77] (Acaba bu Bay Smith, bu 10½ saat sürede hiç yemek yemiyor mu?) "Biz", (yani aynı Bay Smith) "öğleden sonra saat 6'dan önce işten pek çıkmayız", (bizim emek-gücü maknelerinin tüketimi o zaman son bulur demek istiyor) "böylece biz" (iterum Crispinus[8*]) "gerçekten bütün yıl fazla mesai yapıyoruz demektir. ... Bunların hepsi de, çocuklar da, yetişkinler de (152 çocuk ile delikanlı, 140 yetişkin) son 18 ay süreyle ortalama çalışma, haftada en az 7 gün 5 saat, ya da [78]½ saat idi. Bu yılın" (1862) "2 Mayısında sona eren altı hafta için, ortalama daha yüksekti: 8 gün, yani haftada 84 saat!" Kendinden pluralis majestatis bahsetmeye pek meraklı olan aynı Bay Smith, gülümseyerek ekliyor: "Makine işi yorucu değil." Elle yapılan baskı içinde çalışanlar ise şöyle diyorlar: "Elle çalışma, makineyle çalışmaktan daha sağlıklı bir iştir." Bütünüyle alınırsa, fabrikatörler, "makinelerin hiç değilse yemek zamanında durdurulması" önerisine öfkeyle karşı çıkıyorlar. Borough'daki duvar kağıdı fabrikasının müdürü Bay Otley, "Sabah 6'dan akşam 9'a kadar çalışmaya izin veren bir madde ... bizim çok işimize gelirdi, ama sabah 6'dan akşam 6'ya kadar çalışma saatleri hiç uygun değil. Makinelerimiz öğle yemeği saatinde hep duruyor." (Ne alicenaplık!) "Sözü edilecek kadar kağıt ve boya ısrafı yok." Sevimli bir tavırla ifade ediyor: "Ama bu zaman kaybı da hoş bir şey değil." Komisyonun raporu, bazı "ileri gelen firmaların" zaman kaybı konusundaki korkularını safça dikkate alıyor, yani başkalarının emeğine elkoymak için zaman kaybı; böylece 13 yaşından küçük çocuklarla, 18 yaşına basmamış gençlerin her gün 12-16 saat çalışarak yemek saatlerini kaybetmeleri, ve tıpkı buhar kazanına su ve kömür atar, pamuğa sabun katar, çarklara yağ koyarmış gibi -yani sanki iş araçları yardımcı malzeme ile beslenmiş gibi- üretim süreci sırasında bir şeyler atıştırmaları için yeter neden olup olmadığını dikkate alıyor.

İngiltere'de hiç bir sanayi kolu (yakında uygulanan makineyle ekmek yapımını hesaba katmıyoruz) fırıncılık kadar, o eski köhnemiş yöntemlerini bugüne kadar sürdürmemiştir; Roma İmparatorluğu ozanlarından öğrendiğimize göre, bunun bir ucu ta hıristiyanlik-öncesi döneme kadar gidiyor. Ne var ki, sermaye, daha önce de belirtildiği gibi, başlangıçta emek-sürecinin teknik niteliğiyle ilgilenmez; nasıl bulduysa işe öyle başlar.78

Başta Londra olmak üzere, ekmeğe karıştırılan hileli akılalmaz maddeler, ilk kez, Avam Kamarasının, "yiyecek maddelerine karıştırılan hileler" konusunda kurduğu komitenin araştırması (1855-56) ve Dr. Hassall'ın Adulterations detected adlı yapıtında açıklanmıştır.[79] Bu açıklamaların sonucu, 6 Ağustos 1860 tarihli, "for preventing the adulteration of articles of food and drink"[9*] konusundaki yasa oldu. Başlangıçta ölü doğan bu yasa, "to turn an honest penny"[10*] hileli malların alımı ve satımıyla uğraşan serbest ticaret erbabına her türlü anlayışı gösteriyordu.[80] Komitenin kendisi, biraz da bönce bir tutumla, serbest ticaretin, aslında hileli, ya da İngiliz kurnazlığıyla söylendiği gibi "sofistik" ("katışık") malların ticareti olduğu inancını belirtiyordu. Gerçekten de bu tür sofistlik, akı kara, karayı ak yapmayı Protasgoras'tan daha iyi bildiği gibi, her şeyin görüntüden ibaret olduğunu, nasıl ad oculos[11*] serileceğini Elealılardan daha iyi bilir.[81]

Ne olursa olsun komite, halkın dikkatini, "günlük ekmeğine" ve dolayısıyla fırıncılığa çekti. Aynı anda, Londralı fırıncı kalfalarının açık hava toplantıları ve parlamentoya verdikleri dilekçeler ile aşırı-çalışmaya karşı yükselttikleri çığlıklar ortalığı sardı. Şikayetler o derece yaygındı ki, daha önce birkaç kez adı geçen 1863 Komisyonunda da üye bulunan Bay H. S. Tremenheere, Krallık Araştırma Komisyonuna atandı. Hazırladığı rapor,[82] toplanan kanıtlarla birlikte, halkın kalbini değil ama midesini altüst etti. İncil ile her zaman büyük yakınlıkları olan İngilizler, bir kapitalist, bir toprak sahibi ya da koltuksuz bir bakan gibi ilahi lütfa erişmiş olmadıkça, kişinin ekmeğini alnının teriyle kazanmasının bir tanrı buyruğu olduğunu çok iyi bilirlerdi, ama her günkü ekmeğinde bir miktar insan teriyle birlikte, azıcık irin, örümcek ağı, hamamböceği ölüsü, ekşimiş Alman bira mayası karışımını da yemekte olduğunu doğrusu bilmiyordu; bu arada biz, elbette, şap, kum ve diğer lezzetli minarelleri saymıyoruz. Kutsallığına aldırış etmeksizin, serbest ticaret, yani serbest fırıncılık, devlet denetimi altına sokuldu (Parlamentonun 1863 yılı oturumunda) ve Parlamentonun çıkardığı aynı yasa ile, 18 yaşından küçük fırıncı çıraklarının gece 9'dan sabah 5'e kadar çalışmaları yasaklandı. Bu son madde, bu eski moda ve babadan kalma işkolundaki aşırı-çalışmanın ciltler dolusu ifadesiydi.

"Londra'da bir fırıncı kalfasının işi, kural olarak, gece onbir sıralarında başlar. O saatte "hamuru karar", bu, unun miktarına ya da harcanan emeğe göre, yarım saatten üç çeyreğe kadar zaman alan yorucu bir iştir. Aynı zamanda, hamur teknesinin kapağı olan somun tablasının üzerine uzanır. Altında bir çuval, başının altında gene dürülmüş bir çuval vardır; bir-iki saat kadar kestirir. Ardından bir saat kadar süren hızlı ve devamlı bir çalışma başlar: hamur yayılır, tartılır, somunlanır, fırına verilir; yuvarlak ve süslü ekmekler hazırlanır, pişmiş ekmek fırından çekilir, dükkana götürülür, vb., vb.. Bir fırında sıcaklık, 75 ile 90 derece [Fahrenheit. -ç.] arasında değişir, küçük fırınlarda daha da yüksektir. Ekmek, francala vb. yapımı işi bitince, bunların dağıtımı başlar, ve bu işte çalışan kalfaların çoğu, yukarda anlatıldığı gibi gece yorucu bir çalışmadan sonra, gündüz de küfelerle ya da el arabaları ile ekmek taşıyarak saatlerce ayak üzerindedirler; ve bazan tekrar fırına dönerek, mevsime ya da efendilerinin işlerinin hacmine göre, işten, öğleyin bir ile altı arasında çıkarlar. Bu arada, ötekiler, akşamın geç saatine kadar ekmek pişirme işine devam ederler. ...[83] "Londra mevsimi" denilen süre boyunca, kentin West End mahallesindeki "tam fiyatlı" fırınlarda çalışanlar genellikle gece saat 11'de işe başlarlar ve bir ya da iki kısa (bazan çok kısa) dinlenme aralığıyla, ertesi sabah sekize kadar ekmek yapımıyla uğraşırlar. Daha sonra da, bütün gün, 4, 5, 6 ve hatta akşam 7'ye kadar dışarı ekmek taşırlar ya da bazı zamanlar öğleden sonra gene fırına dönüp peksimet yapımına yardım ederler. Böylece işlerini bitirdikten sonra ertesi gün yeniden başlamak üzere bazan beş-altı saat, bazan da dört-beş saat uyuyabilirler. Cuma günleri daima daha erken başlarlar; bazıları saat on sıralarında başlayıp ekmek yapımı ve dağıtımı ile cumartesi gecesi saat sekize kadar çalışırlar, ama çoğu zaman da iş, pazar sabahı dördü-beşi bulur. Pazar günleri işçilerin, günde iki-üç kez bir-iki şaat süreyle ertesi günün ekmeği için hazırlık yapması gerekir. ... Ucuz ekmek satan patronların (bunlar, ekmeklerini "tam fiyat"ın altında satan fırıncılardır ve daha önce belirtildiği gibi Londra'daki fırıncıların dörtte-üçünü kapsarlar) "emrinde çalışanlar, ortalama olarak daha uzun süre çalışmaları bir yana, işleri, hemen daima fırının içinde geçer. Ucuz satan patronlar, genellikle, ekmeği ... dükkanda satarlar. Bazı bakkallar dışında dışarıya pek ekmek satmayan bu fırıncılar, eğer dışarı gönderirlerse, ki bu yaygın değildir, bu iş için başka işçi kullanırlar. Kapı kapı ekmek dağıtmak adetleri değildir. Haftanın sonuna doğru ... işçiler perşembe gecesi saat onda başlarlar, pek önemsiz aralıklarla cumartesi gecesi geç saate kadar çalışmaya devam ederler."[84]

Burjuva zekası bile "ucuzcu" patronların durumunu kavramaktadır. "İşçilerin ödenmeyen emeği, uygulanan bu rekabetin kaynağını oluşturmaktadır."[85] Ve "tam fiyatlı" fırıncılar", ucuzcu rakiplerini, Soruşturma Komisyonuna, yabancı emeğin hırsızları ve hilekarlar diye suçlayarak ihbar ederler. "Bunlar, ancak, önce, halkı aldatarak, sonra da işçilerini oniki saatlik ücretle onsekiz saat çalıştırarak varlıklarını sürdürüyorlar."[86]
Ekmeğe hile karıştırılması ve ekmeği tam fiyatının altında satan bir fırıncı sınıfının meydana gelmesi, 18. yüzyılın başında, bu işkolunun lonca niteliğini yitirmesiyle başlamıştır, ve kapitalist değirmenci ya da uncu kisvesi altında, sözde patron olan fırıncının arkasında yükselmiştir.[87] Böylece bu işkolunda kapitalist üretimin, işgününün alabildiğine uzatılmasının ve gece işinin -gece işinin Londra'da bile ancak 1824'te ciddi olarak yerleşmesine karşın- temelleri atılmış oldu.[88]

Bütün bu anlatılanlardan sonra, Komisyon Raporunun, fırın işçilerini, kısa ömürlü işçiler arasında saydığı anlaşılıyor; elbette, işçi sınıfının çocukları, normal sayılan kırımdan yakayı kurtarabilirse seyrek de olsa 42 yıl yaşayabilir. Bununla birlikte, fırın işçiliği için başvuranların sayısı, daima çok büyük olmuştur. Londra'ya emek-gücü sağlayan kaynaklar, İskoçya, İngiltere'nin batıdaki tarım bölgeleri ve Almanya idi.

1858-60 yıllarında, fırın işçileri, İrlanda'da, gece ve pazar çalışmalarına karşı, giderlerini kendileri karşılayarak büyük mitingler düzenlediler. Halk, örneğin 1860 Mayısındaki Dublin mitingine, İrlandalılara özgü sıcakkanlılıkla katıldı. Bu hareketin sonucu olarak, Wexford, Kilkenny, Clonmel, Waterford ve başka yerlerde, yalnızca gündüz çalışma, başarıyla sağlandı. "Fırın işçilerinin şikayetlerinin çok fazla olduğu Limerick'te, bu hareket, fırın sahiplerinin ve özellikle ekmek fabrikası sahiplerinin karşı koymaları ile yenilgiye uğradı. Limerick örneği, Ennis ve Tipperary'de gerilemelere yolaçtı. Kırgınlıkların en şiddetli bir şekilde ortaya döküldüğü Cork'ta, patronlar, işçilerin işlerine son verme yetkilerini kullanarak hareketi yenilgiye uğrattılar. Dublin'de, fırın sahipleri, harekete karşı en kararlı tutumlarını takındılar ve harekete elebaşılık edenleri iyice yıldırarak, isteklerine aykırı olarak, pazar çalışmalarına ve gece işine zorla razı ettiler."[89]

İrlanda'da tepeden tırnağa silahlanmış ve genel olarak bu gücünü göstermesini bilen İngiliz hükümetinin bu komitesi, Dublin, Limerick, Cork ve başka yerlerdeki yolagelmez fırın sahiplerine, acıklı ama yumuşak bir ihtarla yetindi: "Komite, çalışma saatlerinin, doğal yasalarla sınırlı olduğuna ve karşılığında ceza görülmeden bunun ihlal edilemeyeceğine inanmaktadır. Fırın sahipleri, işçilerini, işlerinden atılma korkusu içine sokarak, dinsel ve manevi inançlarını sarsmaya, ülkenin yasalarını saymamaya, halkoyunu hesaba katmamaya" (bütün bunlarla pazar günü çalışma kastediliyor) "zorluyorlar ve, işçi ile patron arasında kötü duygular körükleniyor, ... ve din, ahlak ve toplumsal düzen için tehlikeli örnekler yaratılıyor. ... Komite, günde 12 saati geçen devamlı çalışmanın, işçinin aile ve özel yaşamını zedeleyeceğine, ahlaki bakımdan felaketli sonuçlara yolaçacağına, ve her insanın evine müdahale ederek evlat, kardeş, koca ve baba olarak aile ödevlerini yerine getirmesine engel olacağına inanmaktadır. 12 saatin ötesinde çalışma, işçinin sağlığını tehlikeye atma eğilimini taşır ve böylece zamanından önce kocamaya ve ölüme yolaçarak, aile reisinin bakım ve desteğinin en fazla gerekli olduğu anda, bundan yoksun bırakmakla işçi ailelerine büyük zararlar verir."[90]

Biz, buraya kadar, yalnız İrlanda'yı ele aldık. Kanalın öteki yakasında, İskoçya'da, tarım işçileri, çift sürücüler, en dayanılmaz iklim koşulları altında, 13-14 saatlik işgününe, pazar günleri ek 4 saate (sabataryanların[12*] bu ülkesinde)[91] karşı protestoda bulunurken, tam o sırada, üç demiryolu işçisi Londra'da jürinin karşısına çıkartılmış bulunuyorlardı: bir bekçi, bir makinist ve bir hareket memuru. Büyük bir tren kazası, yüzlerce yolcuyu öbür dünyaya göndermişti. Bu memurların ihmali, felaketin nedeniydi. Sanıkların üçü de tek bir ses gibi jüriye, on-oniki yıl önce görevlerinin günde yalnız sekiz saat olduğunu söylüyorlar. Son beş-altı yılda, bu, basamak basamak 14, 18 ve 20 saate çıkıyor, ve özellikle tatile gidenlerin şiddetli baskıları altında, gezi trenleri zamanında, çalışmaları çoğu zaman hiç aralıksız. 40-50 saat sürüyor. Bunların üçü de sıradan insanoğlu, Tepegöz falan değiller. Bir noktada emek-güçleri tükeniyor. Uyuşukluk bastırıyor. Kafaları çalışmaz, gözleri görmez oluyor. Tamamen "saygıdeğer" İngiliz jüri üyeleri, buna, işçileri adam öldürme suçuyla bir üst mahkemeye göndermekle yanıt verdi, ve bu yargıya bağlı nazik bir "ek" ile, demiryollarını işleten kapitalist dev firmaların, bundan böyle, yeteri miktarda emek-gücü satınalmada daha eliaçık olmalarını, ve parasını ödedikleri emek-gücünün tüketiminde daha "ılımlı", daha "fedakar"' ve daha "tutumlu" olmalarını kutsal bir dilek olarak ifade etti.[92]

Her meslekten, her yaştan ve her cinsiyetten, karışık bir işçi kalabalığına, üzerimizde kılıçtan geçirilen ruhların Ulysses'ın üzerinde bıraktığı izlenimlerden daha çarpıcı etki bırakan topluluğa bakar bakmaz -koltuklarındaki Mavi kitapları görmesek bile- aşırı-çalışmanın izlerini derhal görürüz; çarpıcı karşıtlık, sermaye karşısında bütün insanların aynı olduğu yargısını tanıtlayan iki kişiyi örnek olarak alalım: bir kadın şapkacısı ile bir demirciyi.

1863 Haziranının son haftasında, Londra'daki bütün günlük gazeteler "sansasyonel" bir başlık altında bir haber yayınladılar: "Aşırı-çalışmanın neden olduğu ölüm." Haber, çok saygıdeğer bir giysi firmasında çalışan ve Elise tatlı adıyla bir hanımefendi tarafından sömürülen 20 yaşındaki şapkacı Mary Anne Walkley'in ölümü ile ilgiliydi. Sık sık yinelenen o eski öykü,[93] bir kez daha anlatılıyordu. Bu kız, ortalama 16½ saat, işlerin hızlı gittiği mevsimde ise aralıksız 30 saat çalışıyor, azalan emek-gücü, arasıra, likör, şarap ya da kahve ile takviye ediliyordu. Şimdi ise mevsimin en hızlı zamanıydı. Yeni ithal edilmiş Gal Prensesi onuruna verilecek baloda soylu hanımların giyecekleri süslüpüslü tuvaletlerin gözaçıp kapayana kadar hazırlanması gerekiyordu. Mary Anne Walkley, 60 kızla birlikte hiç aralıksız 26½ saat çalışmıştı; 30 kız bir odada oturmuşlardı ve odanın havası ancak bunların 1/3'ine yetecek kadardı. Gece, yatak odasının tahtalarla bölünmüş havasız bölmelerinde ikişer ikişer yatıyorlardı.[94] Ve bu da, Londra'nın en iyi modaeviydi. Mary Anne Walkley, cuma günü hastalandı ve elindeki işi bitiremediği için Madam Elise'yi şaşkın bırakıp pazar günü öldü. Ancak ölümünden sonra çağrılan Dr. Bay Keys, jüri önünde dosdoğru tanıklık etti ve şunları söyledi: "Mary Anne Walkley, çok kalabalık bir odada uzun saatler çalışması ve çok küçük ve havasız bir yatak odasında bulunması nedeniyle ölmüştür." Doktora iyi bir nezaket dersi vermiş olmak için jüri kararını şöyle açıkladı:

"Müteveffa inme sonucu ölmüştür, ama kalabalık bir odada aşırı-çalışmasının ölümünü çabuklaştırdığı kaygısını veren nedenler de vardır, vb." "Bizim beyaz kölelerimiz" diye feryat ediyordu Cobden ile Bright'in serbest ticaret organı Morning Star, "Bizim beyaz kölelerimiz, mezara girene kadar didinip dururlar ve çoğu zaman sessizce eriyip, ölür giderler."[95]

"Ölesiye çalışma yalnız terzi atelyelerinde değil, başka binlerce yerde her gün olagelmekte; 'işlerin iyi gittiği' hemen her yerde de diyebilirim. ... Örnek olarak demirciyi alalım. Ozanların dedikleri doğruysa, demirciden canlı, daha keyifli insan bulunmazmış; sabah erkenden kalkar, gün doğmadan kıvılcımlar saçmaya başlar; yemesi, içmesi, uyuması bile başkasına benzemez. Normal çalışsa, gerçekten de, fizik yönünden en iyi durumda olan insanlardan biri sayılır. Ama. biz, onun ardına takılıp, kente ya da kasabaya inelim, bu güçlü adam üzerinde işin ezici ağırlığını ve ülkedeki ölüm oranındaki yerini görelim. Marylebone'da demircilerin yıllık ölüm oranı binde 31'dir, ve bu oran ülkede toplam erkek ölüm oranından binde 11 daha yüksektir. İnsan uğraşının neredeyse içgüdüsel bir kolu olan bu meslek, çalışma alanı olarak hiç de kötü bir yanı olmadığı halde, sırf aşırı-çalışma yüzünden, insanı yiyip bitiren bir iş halini alıyor. Her gün şu kadar sayıda çekıç sallayabilir, şu kadar adım atabilir, şu kadar nefes alabilir, şu kadar iş yapabilir, ve diyelim ortalama elli yıl yaşayabilir; ama, şu kadar fazla çekiç sallamaya, nefes almaya, adım atmaya ve yaşamını dörtte-biri kadar fazla harcamaya zorlanır. Bu çabayı gösterir, sonuçta belli zamanda dörtte-biri kadar fazla iş çıkartır, ama 50 yerine de 37 yaşında ölür."[96]