BEŞİNCİ BÖLÜM. - Sermayenin Genel Formülündeki Çelişkiler

Karl Marx
PARA, sermayeye dönüşürken dolaşımın aldığı biçim, metaların, değerin, paranın ve hatta bizzat dolaşımın niteliğiyle ilgili olarak şimdiye kadar incelediğimiz bütün yasalara karşıttır. Bu biçimi, metaların basit dolaşımından ayıran şey, iki karşıt sürecin, birbirini izleyen tersine dönmüş sırasıdır, satış ve satınalmadır. Bu iki süreç arasında böylesine tamamen biçimsel bir fark nasıl olur da, sanki sihirli bir el dokunmuş gibi bunların niteliklerini değiştirir?

Hepsi bu kadar da değil. Süreçlerin bu ters yönü birbirleriyle alışverişte bulunan üç kişiden ikisi için sözkonusu bile değildir. Kapitalist olarak, A'dan metalar satınalırım ve bunları tekrar B'ye satarım, ama basit bir meta sahibi olarak, bunları B'ye satar ve ardından, A'dan yenilerini satınalırım. A ile B için, iki alışveriş arasında hiç bir fark yoktur. Bunlar, yalnızca alıcı ya da satıcıdır. Ve ben, her firsatta, onlarla, ya para ya meta sahibi olarak, alıcı ya da satıcı olarak karşı karşıya gelirim, ve üstelik her iki alışverişte de A'nın karşısında yalnızca alıcı, B'nin karşısında yalnızca satıcı olarak bulunurum ve bunlardan birisi için yalnız param, diğeri için yalnız metalarım önemlidir, ikisinin de karşısında ne sermaye ve ne de kapitalist olarak yer almadığım gibi, para ve metalardan daha fazla bir şeyin temsilcisi ya da para ve metaların ötesinde bir etki yaratacak kimse gibi de bulunmam. Benim için A'dan satınalma ve B'ye satış, bir dizinin bölümleridir. Ama iki fiil arasındaki bağ, yalnızca benim için vardır. Ne A, B ile alışverişim konusunda, ne de B, A ile iş ilişkimden bir sıkıntı duyar. Ve ben sıralanış düzenini tersine çevirme hareketimin yararlarından söz açmaya kalksam, belki de onlar sıralanış düzeni konusunda yanıldığımı, bütün alışverişin bir satınalmayla başlayıp bir satışla sona ermesi yerine, tersine, bir satışla başlayıp bir satınalma ile bittiğine parmak basarlar. Gerçekten de, ilk hareketim satınalma, A bakımından bir satış, ve ikinci hareketim satış, B bakımından bir satınalmadır: Bununla da yetinmeyen A ile B bütün bu işlerin gereksizliğini, bir Hokus Pokustan başka bir şey olmadığını öne sürebilirler ve bundan böyle A'nın doğrudan doğruya B'den satınalacağını ve B'nin doğrudan A'ya satacağını söyleyebilirler. Böylece bütün alışveriş, sıradan meta dolaşımının, tek tek ve tamamlanmamış bir evresini oluşturan tek bir fiile indirgenmiş olur; A açısından yalnızca bir satış, B açısından yalnızca bir satınalma haline gelir. Sıralanış düzenini tersine çevirmekle, demek ki, basit meta dolaşımı alanından çıkılmış olmuyor, ve asıl bizim dikkat etmemiz gereken nokta, bu basit dolaşımda, devreye giren değerin büyümesine, dolayısıyla da bir artı-değerin doğmasına elverişli bir yanın bulunup bulunmadığıdır.

Dolaşım sürecini, kendini basit ve dolaysız meta değişimi biçimi altında ortaya koyuyor diye kabul edelim. İki meta sahibinin birbirleriyle alışveriş yaptıkları ve hesap gününde borçlu oldukları miktarların eşit ve birbirini götürdükleri durumlarda, bu, her zaman böyledir. Bu durumda para, hesap parasıdır ve metaların değerlerini fiyatları ile ifade etmeye yarar, ama metaların karsısına bizzat nakit para olarak çıkmaz. Kullanım-değerleri yönünden her iki tarafın da bazı yararlar sağlayabileceği açıktır. Her ikisi de, kullanım-değeri olarak işlerine yaramayan malları elden çıkartıp, kullanabilecekleri malları alırlar. Daha başka kazançlar da olabilir. Şarap satıp buğday satınalan A, belki de, belli bir emek-zamanında çiftci B'den daha fazla şarap üretebilir, öte Yandan B, şarap üreticisi A'dan daha fazla buğday üretebilir. Bu nedenle, herbiri kendi şarabını ve kendi buğdayını üreterek, herhangi bir değişim olmaksızın elde edeceklerinden, aynı değişim-değeri karşılığında A daha fazla buğday, B daha fazla şarap alabilir. Öyleyse, kullanım-değeri konusunda şu sözü söylemek yerinde olur: "Değişim, her iki tarafın da kazandığı bir alışveriştir."[15] Değişim-değeri için durum böyle değildir. "Elinde bol şarabı olup hiç buğdayı olmayan bir kimse, elinde buğdayı bol ama şarabı olmayan birisiyle alışverişe girişir, aralarında 50 değerinde buğday ile aynı değerde şarap için bir değişim yapılır. Bu işlem, her ikisi için de değişim-değerinde bir artış sağlayamaz; çünkü her ikisi de, bu işlem aracılığı ile elde ettiklerine eşit bir değere, değişimden önce de zaten sahip bulunuyorlardı."[16] Paranın, metalar arasında dolaşım aracı olarak işe dahil edilmesi ve satış ile satınalmanın birbirinden farklı iki hareket haline getirilmesiyle sonuç değişmez.[17] Bir metaın değeri, dolaşıma girmeden önce fiyatıyla ifade edilir, ve bu nedenle de dolaşımın sonucu değil, bir önkoşuludur.[18]

Soyut olarak düşünüldüğünde, yani metaların basit dolaşımı yasalarından doğrudan doğmuş olmayan koşullar bir yana bırakılacak olursa, dolaşımda (bir kullanım-değerinin yerini bir başkasının almasını konu dışı bırakırsak), bir başkalaşımdan, metaın biçiminin basit değişiminden başka bir şey olmayan bir değişim vardır. Aynı değişim-değeri, yani aynı miktarda gerçekleşmiş toplumsal emek, önce kendi metaı biçiminde, sonra değiştirdiği para biçiminde ve ensonu, bu parayla satınaldığı meta biçiminde olmak üzere, daima meta sahibinin elinde kalmaktadır. Bu biçim değişikliği, değer büyüklüğünde bir değişikliği gerektirmiyor. Ama bu süreç içerisinde metaın geçirdiği değer değişmesi, onun para biçimindeki bir değişmesiyle sınırlıdır. Bu biçim, önce, satışa sunulan metaın fiyatı, sonra, zaten fiyatla ifade edilmiş bulunan bir para miktarı ve ensonu, eşdeğer bir metaın fiyatı olarak mevcuttur. Bu biçim değişikliği, tek başına alındığında, 5 sterlinlik bir banknot, İngiliz altın liralarına, yarım İngiliz altın liralarına ve şilinlere bozdurulduğu zaman, ne gibi bir değer değişikliği geçirirse, değerin miktarında öyle bir değişmeye tanıklık eder. Bunun için, metaların dolaşımı, yalnız değerlerinin biçiminde bir değişiklik meydana getirdiği ve yan etkilerden serbest olduğu sürece, eşdeğer şeylerin değişimi demektir. Vülger ekonomi, değerin niteliği hakkında pek az şey bildiği için, ne zaman dolaşım olayını saf şekliyle ele almak istese, arz ve talebin eşit olduğunu varsayar ki, bu da etkilerinin sıfır olduğu anlamına gelir. Demek ki, kullanım-değerlerinin değişimi sözkonusu olduğu sürece, hem alıcı hem satıcı bir şeyler kazanabilir, ama değişim-değerleri için durum böyle değildir. Burada şunu söyleyebiliriz: "Eşitliğin varolduğu yerde kazanç olamaz."[19] Metaların, değerlerinden sapmış fiyatlarla satılabileceği doğrudur, ama bu sapmaların, değişim yasalarının bir ihlali gibi görülmesi gerekir;[20] normal durumunda, eşdeğerlerin değişimidir, ve bu nedenle de değer artmasının bir yolu değildir.[21]

Böylece, artı-değerin kaynağı olarak meta dolaşımını gösterme çabalarının ardında bir quid pro quo[3*], kullanım-değeri ile değişim-değerinin karıştırılmasının yattığını görüyoruz. Örneğin, Condillac diyor ki: "Metaların değişimi sırasında, değer karşılığında, değer verdiğimiz doğru değildir. Tersine, taraflardan birisi, daima, daha büyük bir değere karşılık daha küçük bir değer verir. ... Eğer biz, gerçekten eşit değerleri değişirsek taraflardan hiç birisi kar edemez. Oysa, her ikisi de kazanır, ya da kazanmaları gerekir. Niçin? Bir şeyin değeri, yalnızca, gereksinmelerimiz ile ilişkisinde yatar. Birisi için fazla olan diğeri için azdır, ve vice versa.[Tersi. -ç.] ... Kendi tüketimimiz için gerekli malı satışa arzettiğimiz düşünülemez. ... Gereksinmemiz olan bir şeyi almak için yararsız bir şeyi elden çıkarmak isteriz; daha fazla için daha az vermek isteriz. ... Bir değişim sırasında, değişilen her iki malın aynı miktar altın ile eşit değerde olmaları halinde, değer karşılığında değer verildiğini düşünmek doğaldı. ... Ama bizim hesabımızda dikkate alınması gerekli bir nokta daha var. Sorun, her ikimizin de, gerekli bir şey karşılığında, gereksiz bir şeyi değişip değişmediğimizdir."[22] Bu pasajda, Condillac'ın, yalnızca kullanım-değeri ile değişim-değerini karıştırmakla kalmayıp, gerçekten çocukça bir tutumla, meta üretiminin epeyce geliştiği bir toplumda, her üreticinin, kendi yaşami için gerekli şeyleri ürettiğini ve yalnızca gereksinme fazlalarını dolaşım alanına sürdüğünü varsaydığını görüyoruz.[23] Böyle olmakla birlikte, Condillac'ın uslamlaması modern iktisatçılar tarafından sık sık kullanılır; özellikle, gelişmiş biçimiyle meta değişiminin, yani ticaretin, artı-değerin yaratıcısı olduğunu göstermek için bu yola başvurulur. Örneğin, "Ticaret ... ürüne değer katar, çünkü tüketicinin elindeki aynı ürün, üreticinin elindekinden daha değerlidir, ve bu nedenle ticaretin mutlaka bir üretim faaliyeti olarak kabul edilmesi gerekir."[24] Ne var ki, metaya, bir kez kullanım-değeri için, bir kez de değeri için, iki kez ödeme yapılmaz. Ve bir metaın kullanım-değeri, alıcı için, satıcıdan daha yararlı ise de, para-biçimi, satıcı için daha yararlıdır. Böyle olmasa onu satar mıydı? Bu nedenle, aynı biçimde, alıcının da, sözgelişi çorabı paraya dönüştürürken, "mutlak bir üretim faaliyeti" içerisinde bulunduğunu söyleyebilirdik.

Eşit değişim-değerindeki ve dolayısıyla eşdeğer metalar ya da metalar ile para birbirleri ile değişildiği takdirde, dolaşımdan kimsenin, oraya koyduğundan fazla değer çekemeyeceği açıktır. Burada artı-değer yaratılmamıştır. Ve normal şekliyle meta dolaşımı eşdeğerlerin değişimini gerektirir. Ama uygulamada süreç normal biçimini koruyamıyor. Bu durumda, eşdeğer olmayan şeylerin değişimini düşünelim.

Her zaman, meta piyasasına yalnızca meta sahipleri gidip gelirler, ve bu kişilerin birbirleri üzerindeki kudretleri, ellerindeki metaların kudretinden başka bir şey değildir. Bu metaların maddi çeşitliliği, değişim hareketinin maddi dürtüsüdür ve alıcı ile satıcıyı karşılıklı bağımlı hale getirir; çünkü bunların hiç birisinin elinde kendi gereksinmesini karşılayacak eşya yoktur, ve herbirinin elinde bir başkasının gereksindiği eşyalar vardır. Metaların kullanım-değerlerinin bu maddi farklılığından başka, bunlar arasında başka bir fark daha vardır; bu da, onların fizik biçimleri ile, satış sonucu dönüştükleri biçim arasmdaki, metalar ile para arasındaki farktır. Dolayısıyla meta sahipleri birbirlerinden ancak, meta sahibi satıcılar, ve para sahibi alıcılar diye ayrılabilirler.

Şimdi, satıcıya, açıklanması mümkün olmayan bir ayrıcalıkla, metalarını, değerinin üzerinde bir değerle, 100 değerinde bir metaı 110'a, yani %10'luk bir nominal fiyat fazlasıyla satma olanağının verilmiş olduğunu düşünelim. Satıcı, böylece 10'luk bir artı-değeri cebe indirir. Ama sattıktan sonra alıcı haline gelir. Üçüncü bir meta sahibi şimdi onun karşısına satıcı olarak çıkar, ve onun da elindeki metaların %10 daha pahalı ayrıcalığı vardır. Dostumuz, satıcı olarak kazandığı 10'u, alıcı olarak yeniden yitirmektedir.[25] Sonuç şu oluyor ki, bütün meta sahipleri, mallarını birbirlerine değerlerinin %10 fazlası ile sattıkları için, tıpkı gerçek fiyatları üzerinden satmış gibi bir sonuca varıyorlar. Fiyatlardaki böyle genel ve nominal bir artış, değerlerin, gümüşün ağırlığı yerine altının ağırlığı ile ifade edilmesi gibi bir etki yaratır. Metaların nominal fiyatları yükselir, ama değerleri arasındaki gerçek ilişki öylece kalır.

Şimdi de tersini düşünelim: alıcının, metaları değerlerinin altında satmalma ayrıcalığı olsun. Bu durumda, onun, sonradan satıcı olacağını akılda tutmaya gerek yoktur. Alıcı olmadan önce satıcıydı, ve, alıcı olarak %10'u kazanmadan önce, satıcı olarak %10'u zaten yitirmişti.[26] Burada da her şey tıpkı eskisi gibidir.

Artı-değerin yaratılması ve dolayısıyla paranın sermayeye dönüşmesi, ne metaların değerlerinin üzerinde satılmasını, ne de bunların değerlerinin altında satınalınmasını varsaymakla açıklanamaz.[27]

Sorun, Torrens'in yaptığı gibi birtakım gereksiz ögelerin işe karıştırılmasıyla basitleştirilmiş de olmuyor: "Fiili talep, tüketicilerin, dolaysız ya da dolaylı trampa yoluyla, metalar karşılığında, bu metaların üretim maliyetinden daha fazla, ... sermaye parçası verme gücünde ve eğiliminde (!) olmalarından ibarettir."[28] Dolaşım ilişkisinde, üreticiler ile tüketiciler, ancak alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya gelirler. Üreticilerin elde ettikleri artı-değerin kaynağını, tüketicilerin metalara değerinden fazla para ödemelerinden geldiğini ileri sürmek, şu sözcükleri sıralamaktan başka bir şey değildir: meta sahipleri, satıcı olarak mallarını değerinden daha pahalıya satmak ayrıcalığına sahiptirler. Satıcı, ya metaları kendisi üretmiştir, ya da o metaların üreticisini temsil etmektedir, ama alıcı da, parasıyla temsil olunan malları en az onun kadar üretmiştir ya da üreticileri temsil etmektedir. Bunlar arasındaki ayrım, birisinin alıcı, birisinin satıcı olmalarıdır. Meta sahibinin, üretici adı altında, bunlar değerlerinin üzerinde satması, ve tüketici adı altında bunlar için değerlerinden fazla para ödemesi olayı, bizi, bir adım bile ileriye götürmez.[29]

Bu nedenle, artı-değerin kökeninin, fiyatlardaki nominal yükselmede ya da satıcının da pahalı satma ayırıcalığında olduğu hayalini savunanlar, tutarlı olabilmek için, yalnızca satınalıp hiç satmayan, yani yalnızca tüketip hiç üretmeyen bir sınıfın varlığını varsaymak zorundadırlar. Böyle bir sınıfın varlığı, şimdiye kadar ulaştığımız noktadan, yani basit dolaşım açısından açıklanamaz. Ama böyle bir şey olabilir diyelim. Böyle bir sınıfın devamlı olarak satınalmada kullanacağı paranın, ortada ne değişim ne de bağış olmaksızın, keyfi bir hak ya da zor yoluyla meta sahiplerinin ceplerinden kendi ceplerine akması gerekir. Böyle bir sınıfa metaları değerinden fazlaya satmak, kendilerine daha önceden verilen paranın bir kısmının tekrar aşırılması demektir.[30] Küçük Asya kasabaları, eski Roma'ya böyle bir yıllık haraç verirlerdi. Bu parayla, Roma, onlardan mal alır, hem de oldukça pahalıya alırdı. Bu kasabaların halkı, Romalıları kandırırlar ve alışveriş sırasında haracın bir kısmını böylece efendilerinden sızdırmış olurlardı. Ama ne olursa olsun kazığı gene bu kasabalılar yemiş olurdu. Malları karşılığı aldıkları para, zaten kendi paralarıydı. Zengin olmanın ya da artı-değer yaratmanın yolu bu değildir.

Öyleyse biz, satıcının aynı zamanda alıcı, alıcının da satıcı olduğu değişim sınırları içersinde kalalım. Karşılaştığımız güçlük, belki de, [dolaşımın. -ç.] tek tek ögelerini, kişileştirilmiş ögeler olarak ele alışımızdan geliyor.

A, belki de, B ya da C'nin misilleme yapma yeteneğinden yoksun olmalarından yararlanacak kadar kurnaz olabilir. A, 40 sterlin değerinde şarabı B'ye satıyor ve ondan karşılık olarak 50 sterlin değerinde buğday alıyor. A, 40 sterlini 50 sterline çevirmiştir, parasını çoğaltmıştır, ve metaını sermayeye çevirmiştir. Şimdi bu olayı biraz daha yakından inceleyelim. Değişimden önce A'nın elinde 40 sterlinlik şarap, B'nin elinde 50 sterlinlik buğday vardı ve bunların toplam değeri 90 sterlindi. Değişimden sonra gene aynı toplam 90 sterlinimiz vardır. Dolaşımdaki değer, zerre kadar artmamıştır, yalnızca A ile B arasında farklı bir şekilde dağılmıştır. B için değer kaybı, A için artı-değerdir; birisi için "eksi" olan, diğeri için "artı"dır. Eğer A, değişim işlemine girmeksizin 10 sterlini doğrudan doğruya B'den çalsaydı, gene aynı değişme olurdu. Dolaşımdaki değer toplamının, bunların dağılımındaki bir değişme ile artmayacağı apaçıktır; tıpkı, Kraliçe Anne zamanından kalma bir meteliği, Yahudinin bir altın liraya satmasıyla, bir ülkedeki değerli maden miktarının çoğalmaması gibi. Bir ülkenin kapitalist sınıfının tümü, kendi kendisinden kar sağlayamaz.[31]

İstediğimiz kadar eğip bükelim, olgu değişmeden kalır. Eğer eşdeğerler değişilse, bundan artı-değer çıkmaz, ve eğer eşdeğer olmayanlar değişilse gene artı-değer yoktur.[32] Dolaşım ya da metaların değişimi, hiç bir değer doğurmaz.[33]

Bundan dolayı, sermayenin standart biçimini, modern toplumun ekonomik yapısını belirleyen bu biçimi tahlil ederken, herkesin bildiği ve deyim yerindeyse Nuh tufanından kalma biçimleri olan tüccar sermayesi ve tefeci sermayesini tamamen inceleme dışında bırakmamızın nedeni şimdi açıklığa kavuşmuş oluyor.

P-M-P devresi, daha pahalı satmak için satınalmak, hakiki tüccar sermayesinde en açık biçimde görülür. Ama hareket, bütünüyle dolaşım alanı içerisinde yer alır. Bununla birlikte, paranın sermayeye dönüşmesi, artı-değerin oluşumu, yalnızca dolaşım ile açıklanamayacağına göre, eşdeğerler değişildiği sürece tüccar sermayesinin olanaksız bir şey olduğu görülür;[34] öyleyse, bunun kökeni, ancak, hem satıcı hem alıcı üreticinin arasına bir asalak gibi sokulan tüccarın sakladığı iki yönlü kazançtadır. Franklin şu sözleri, bu anlamda söylemiştir: "Savaş soygunculuktur, ticaret genellikle dolandırıcılıktır."[35] Tüccar parasının sermayeye dönüşmesi, üreticilerin düpedüz dolandırılmasından başka bir şekilde açıklanmak gerekirse, uzun bir ara aşamalar dizisi gerekli olacaktır ki, hallen metaların basit dolaşımı bizim tek varsayımımız olduğuna göre, şimdilik bunlar tümüyle ortada yoktur.

Tüccar sermayesi ile ilgili olarak söylediğimiz şeyler tefeci sermayesi için daha da gererlidir. Tüccar sermayesinde, iki uç, piyasaya sürülen para ile oradan artmış olarak çekilen para hiç değilse satınalma ve satışla, bir başka deyişle, dolaşım hareketi ile ilişkilidir. Tefeci sermayesi biçimi, M-M-P' bir ara terim olmaksızın iki uç terime indirgenmiştir, P-P'; paranın para ile değişildiği bu biçim, paranın doğası ile bağdaşmadığı için, metaların dolaşımı açısından açıklanamaz bir durum gösterir. Bu yüzden Aristoteles şöyle der: "Krematistik, [Servet toplama. -ç.] bir yönü ticarete, diğer yönü ise ekonomiye bağlı iki yönlü bir bilim olduğu için, ekonomiye ilişkin yönü gerekli ve değerli, ticarete ilişkin yönü ise dolaşıma dayanır ve haklı olarak hoşgörülmez (çünkü bu, doğaya değil karşılıklı aldatmaya dayanır); bu nedenle tefeci pek haklı olarak nefret edilen bir kimsedir, çünkü paranın kendisi, onun kazanç kaynağıdır ve icat edildiği amaçlar için kullanılmamaktadır. Para, metaların değişimi için meydana geldiği halde, faiz, paradan daha çok para yapar. Bu yüzden de adı buradan gelir (tocoz faiz ve döl). Çünkü, doğanlar doğurana benzerler. Ama faiz, paranın parasıdır ve insanın yaşamını kazanma biçimleri içerisinde doğaya en karşıt olanıdır."[36]

İncelememiz sırasında, tüccar sermayesi ile faiz getiren sermayenin, türevsel biçimler olduğunu göreceğiz ve aynı zamanda, bu iki biçimin tarihin akışı içerisinde, standart modern sermaye biçiminden önce niçin ortaya çıktıkları açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Artı-değerin dolaşım tarafından yaratılamayacağını, ve onun oluşması için, bizzat dolaşımda görülmeyen, ama arka planda yer alan bir şeyin var olması gerektiğini göstermiş bulunuyoruz.[37] Ama, artı-değer, meta sahiplerinin metaları tarafından belirlenen karşılıklı ilişkilerinin toplamı olan dolaşımın dışında nereden gelebilir? Dolaşım dışında meta sahipleri yalnızca kendi metaları ile ilişki halindedirler. Değer bakımından ise bu ilişki, o metada sahibinin belirli bir toplumsal ölçüt ile ölçülen bir miktar emeğinin bulunması ile sınırlıdır. Bu emek miktarı, metaın değeri ile ifade edildiğine ve değer de hesap parası ile hesaplandığına göre, bu miktar, fiyat ile de ifade edilir; biz, buna, 10 sterlin diyelim, Ama onun emeği, hem metaın değeri, hem bu değerin üzerindeki bir fazlalıkla temsil edilmez; hem 10 fiyatıyla, hem 11 fiyatıyla, yani kendisinden daha büyük olan bir değerle gösterilemez. Meta sahibi kendi emeği ile değer yaratabilir, ama kendiliğinden büyüyen bir değer yaratamaz. Elindeki metaın değerini ona yeni emek katarak artırabilir, örneğin deriyi çizme yaparak, elindeki değere daha çok değer katabilir. Aynı malzeme, daha büyük bir miktarda emek içerdiği için şimdi daha çok değere sahiptir. Çizme, deriden daha çok değere sahiptir, ama derinin değeri eskiden neyse şimdi de aynıdır; kendisini büyütmemiş, çizme yapımı sırasında artı-değer katmamıştır. İşte bunun için, dolaşım alanı dışında, meta üreticisi, diğer meta sahipleri ile temasa gelmeden, değeri büyütemez ve dolayısıyla parayı ya da metaları sermayeye dönüştüremez.

O halde sermayenin dolaşımdan doğması olanaksız olduğu gibi, dolaşımdan ayrı olarak oluşması da aynı ölçüde olanaksızdır. Sermayenin kökeni aynı zamanda hem dolaşımın içinde, hem de dışında olmak gerekir.
Böylece, çifte bir sonuca ulaşmış oluyoruz.

Paranın sermayeye dönüşmesi, meta değişimini düzenleyen yasalara dayanılarak, çıkış noktası, eşdeğerlerin değişimi olacak biçimde açıklanmalıdır.[38] Dostumuz parababasının, bu henüz çekirdek halindeki kapitalistin, metaları değerlerine satınalması ve tekrar değerlerine satması, ama gene de sürecin sonunda, dolaşıma koyduğundan daha fazla değeri oradan çekmesi gerekmektedir. Palazlanmış bir kapitalist haline gelişi, hem dolaşımın içinde, hem de dışında olacaktır. Çözümlenmesi gerekli sorunun koşulları işte bunlardır. Hic Rhodus, hic salta![4*]