ONBİRİNCİ BÖLÜM. - Artı-Değerin Oranı ve Kitlesi

Karl Marx
ŞİMDİYE kadar olduğu gibi bu bölümde de, emek-gücünün değeri ve bu nedenle, bu emek-gücünün yeniden-üretimi ya da sürekliliği için işgününün gerekli kısmı, bilinen, sabit büyüklükler olarak kabul edilmiştir.

Bu varsayımla, artı-değer oranı bilindiğine göre, aynı zamanda tek bir işçinin, belirli bir sürede kapitaliste sağladığı artı-değer kitlesi de verilmiş olur Örneğin, eğer bir günlük 6 saatlik gerekli emek 3 şiline eşit bir altının kitlesi ile ifade ediliyorsa, bu 3 şilin, bir emek-gücünün günlük değeri ya da bir emek-gücü satınalınması için yatırılan sermayenin değeridir. Ayrıca, eğer bu artı-değer oranı %100 ise, bu 3 şilinlik değişen sermaye, 3 şilinlik bir artı-değer kitlesi üretir ya da işçi, günde 6 saatiik bir artı-emek kitlesi sağlıyor demektir.

Ama kapitalistin değişen sermayesi, aynı anda kullandığı bütün emek-güçlerinin toplam değerinin para cinsinden ifadesidir. Bundan dolayı, bu değişen sermayenin değeri, tek bir emek-gücünün ortalama değerinin, kullanılan emek-güçleri sayısı ile çarpımına eşittir. Bunun için, eğer emek-gücünün değeri belli ise, değişen sermayenin büyüklüğü, aynı anda kullanılan işçi sayısı ile doğru orantılı olarak değişir. Tek bir emek-gücünün günlük değeri 3 şilin ise, her gün 100 emek-gücünü sömürmek için 300 şilin sermayenin yatırılması gerekir; yani günde n sayıda emek-gücünün sömürülmesi için, n kadar 3 şilin yatırılması gerekir.

Aym şekilde, tek bir emek-gücünün günlük değeri olan 3 şilinlik değişen sermaye, günde 3 şilinlik bir artı-değer üretirse, 300 şilinlik bir değişen sermaye, günde, 300 şilinlik artı-değer üretir; yani n x 3 şilinlik değişen sermaye, günde, n x 3 şilinlik artı-değer üretir. Demek oluyor ki, üretilen artı-değer kitlesi, tek bir işçinin, bir işgününde sağladığı artı-değerin, kullanılan işçi sayısı ile çarpımına eşittir. Ama ayrıca, tek bir işçinin ürettiği artı-değer kitlesi, emek-gücünün değeri verildiğine göre, artı-değer oranı ile belirlendiği için, şu yasa ortaya çıkıyor: üretilen artı-değer kitlesi, yatırılan değişen sermaye miktarı ile artı-değer oranının çarpımına eşittir; bir başka deyişle, bu, aynı kapitalistin aynı anda sömürdüğü emek-gücü sayısı ile her emek-gücünün sömürülme derecesi arasındaki bileşik oranla belirlenir..

Artı-değer kitlesi A, bir işçinin günde ortalama olarak sağladığı artı-değer a, tek bir emek-gücünün satınalınması için yatırılan günlük değişen sermaye d, değişen sermaye toplamı D, ortalama emek-gücünün değeri G, bu emek-gücünün sömürülme derecesi é/e [artı-emek/gerekli-emek] ve kullanılan işçisayısı n ise şu denklemi elde ederiz:

A ={a/d x D

G x é/e x n


Yalnızca emek-gücünün ortalama değeri sabit bir büyüklük olarak değil, kapitalistin kullandığı işçinin de daima ortalama işçiye indirgendiği varsayılmıştır. Üretilen artı-değerin, sömürülen işçi sayısı ile orantılı olarak artmadığı, kural-dışı durumlar vardır, ama o zaman da, emek-gücünün değeri sabit kalmaz.

Belirli bir artı-değer kitlesi üretiminde, bu nedenle, bir etmendeki azalma, bir diğerindeki artışla karşılanabilir. Değişen sermaye azalırsa, aynı zamanda, artı-değer oranı aynı oranda artar ve üretilen arti-değer kitlesi değişmeden kalmış olur. Daha önceki varsayımımızda olduğu gibi, kapitalistin günde 100 işçiyi sömürebilmesi için 300 şilin yatırması gerekiyorsa, ve artı-değer oranı %50 ise, bu 300 şilinlik değişen sermaye, 150 şilinlik, ya da 100 x 3 işsaatlik bir artı-değer sağlar. Eğer artı-değer oranı iki katına çıkarsa ya da işgünü, 6 saatten 9 saate değil de 12 saate uzatılır ve aynı zamanda değişen sermaye yarıya, 150 şiline indirilse, gene 150 şilinlik ya da 50 x 6 işsaatlik. bir artı-değer sağlar. Demek oluyor ki, değişen sermayedeki azalma, emek-gücünün sömürülme derecesinde orantılı bir artışla, ya da kullanılan işçi sayısındaki azalma, işgününde aynı oranda bir uzatma ile karşılanabilir. Bu ne-denle, sermayenin sömürebileceği emek arzı, belli sınırlar içersinde, işçi arzından bağımsızdır.[204] Tersine eğer değişen sermaye miktarı ya da kullanılan işçi sayısı aynı oranda artacak olursa, artı-değer oranındaki düşme, üretilen artı-değer kitlesinde bir değişikliğe yolaçmaz.

Bununla birlikte, kullanılan işçi sayısındaki ya da yatırılan değişen sermaye miktarındaki azalmanın, artı-değer oranında bir yükselmeyle ya da işgününün uzatılmasıyla karşılanmasında bazı aşılamayacak sınırlar vardır. Emek-gücünün değeri ne olursa olsun, işçinin yaşayabilmesi için gerekli emek-zamanı ister 2, ister 10 saat olsun, bir işçinin günde üretebileceği toplam değer, 24 saatlik emeğin somutlaştığı değerden daima daha azdır; yani diyelim 12 şilin, 24 saatte gerçekleşen emeğin para olarak ifadesi ise, bu, 12 şilinden daima daha küçüktür. Daha önceki varsayımımıza göre, emek-gücünün kendisinin yeniden üretilmesi ya da onun satınalınması için yatırılan sermayenin yerine konması için günde 6 işsaati gerekliyse, 500 işçiyi %100'lük bir artı-değer oranı ile 12 saatlik işgünü kullanan 1.500 şilinlik bir değişen sermaye, günde 1.500 şilinlik ya da 6 x 500 işsaatlik bir artı-değer üretir. Günde %200 bir artı-değer oranıyla ya da 18 saatlik bir işgünü ile 100 işçi kullanan 300 şilinlik bir sermaye, ancak 600 şilinlik ya da 12 x 100 işsaatlik bir artı-değer kitlesi üretir; yatırılan değişen sermaye ile artı-değerin toplamına eşit olan toplam değer-ürünü hiç bir zaman 1.200 şiline ya da 24 x 100 işsaatine ulaşamaz. Ortalama işgününün mutlak sınırı —doğal olarak daima 24 saatten küçüktür— değişen sermayedeki bir azalmanın, artı-değer oranındaki bir yükselmeyle, ya da sömürülen işçi sayısındaki bir azalmanın, işgününün sömürülme derecesinde bir yükselme ile karşılanmasma mutlak bir sınır koymuş oluyor. Bu canlı yasa, sermayenin, elden geldiğince çalıştırdığı işçi sayısını, ya da onun emek-gücüne çevrilebilen değişen kısımlarını azaltma eğilimi ile, buna karşıt düşen, mümkün olan en büyük artı-değer üretme eğiliminden doğan olguların (bunlar daha sonra işlenecektir) açıklanması bakımından büyük önem taşır. Öte yandan, eğer kullanılan emek-gücü kitlesi ya da değişen sermaye miktarı, artı-değer oranındaki düşüş ile orantılı olmayacak şekilde artsa, üretilen artı-değer kitlesi düşer.

Üretilen artı-değerin kitlesinin iki etmen tarafından, yani artı-değer oranı ve yatırılan değişen sermaye ile belirlenmesinden, üçüncü bir yasa çıkar. Artı-değer oranı, ya da emek-gücünün sömürülme derecesi ile emek-gücü değeri, yani gerekli emek-zamanı belli olduğuna göre, değişen sermaye ne kadar büyük olursa, üretilen değerin, ve artı-değerin kitlesi de doğal olarak o kadar büyük olur. İşgünü ile bunun gerekli kısmının sınırları belli ise, kapitalistin ürettiği değer ile artı-değer kitlesi, kuşkusuz, yalnızca harekete getirdiği emeğin kitlesine bağlıdır. Ama bu, yukarda varsayılan koşullar altında, emek-gücü kitlesine ya da sömürdüğü işçi sayısına bağlı olduğu gibi, bu sayı da, yatırılan değişen sermayenin miktarıyla belirlenmiştir. Demek ki, artı-değer oranı ile emek-gücü değeri belli ise, üretilen artı-değer kitlesi, yatırılan değişen sermayeye bağlı olarak değişir. Bildiğimiz gibi kapitalist, sermayesini iki kısma ayırmaktadır. Bunun bir kısmını üretim araçlarına yatırıyor; bu, sermayenin değişmeyen kısmıdır. Diğer kısmını canlı emek-gücüne yatırıyor; bu da, sermayenin değişen kısmıdır. Toplumsal üretim biçiminin aynı olduğu yerde bile, sermayenin böyle değişmeyen ve değişen kısımlara bölünmesi, çeşitli üretim kollarında, farklı oranlarda olur; ve aynı üretim kolunda dahi bu oran teknik koşullar ile, üretim sürecinin toplumsal bileşimindeki değişmelerle birlikte, o da değişir. Ama belli bir sermayenin, değişmeyen ve değişen kısımlara bölünme oranı ne olursa olsun, ister 1 : 2, 1 : 10 ya da 1 : x olsun, biraz önce belirtilen yasa üzerinde hiç bir etkisi olmaz. Çünkü, daha önceki tahlillerimize göre, değişmeyen sermayenin değeri, ürünün değerinde tekrar ortaya çıkar, ama yeni üretilen değere, yeni yaratılan değer-ürüne girmez. 100 iplik işçisi yerine 1.000 işçi çalıştırılması, kuşkusuz daha fazla hammaddeye, makineye gereklilik gösterir. Bu ek üretim araçlarımn değeri yükselebilir, düşebilir, aynı kalabilir, az ya da çok olabilir, ama bunun, bu makineleri harekete getiren emek-gücü aracılığı ile artı-değer yaratma süreci üzerinde hiç bir etkisi olamaz. Bunun için yukarıda öne sürülen yasa, şimdi şu şekle giriyor: farklı sermayeler tarafından üretilen değer ve artı-değer kitleleri —emek-gücünün değeri belli ve sömürülme derecesi eşit olmak üzere— bu sermayelerin değişen kısımlarının, yani canlı emek-gücüne dönüşen kısımlarının büyüklükleri yönünde değişir.

Bu yasa, görünüşe dayanan bütün deneyimlerle açıkça çelişmektedir. Kullandığı tüm sermayesini yüzde olarak hesaplayan bir pamuk iplikçisinin, daha çok değişmeyen ve daha az değişen sermaye kullanmakla, ona göre daha çok değişen ve daha az değişmeyen sermaye kullanan bir fırıncıdan, bu nedenle daha az karı ya da daha az artı-değeri cebe indirmediğini herkes bilir. Bu, görünüşteki çelişkinin çözümlenmesi için, daha birçok ara terimlerin varlığını gerektirir; tıpkı basit cebirde 0/0'ın gerçek bir büyüklüğü temsil ettiğini anlamak için birçok ara terimlere gereksinme bulunması gibi. Klasik ekonomi bu yasayı formüle edememekle birlikte, diğer yasanın zorunlu bir sonucu olduğu için ona içgüdüsel bir şekilde uymaktadır. Bu yasayı, çelişkili olgularla çatışmadan, zoraki bir soyutlama ile kurtarmayı denemiştir. Rikardocu okulun bu engele tökezleyerek nasıl felakete uğradığı ilerde[205] görülecektir. "Gerçekten hiç bir şey öğrenmemiş olan"[1*] vülger ekonomi, her zaman olduğu gibi, burada da, görünüşleri düzenleyen ve açıklayan yasalar yerine, yalnızca görünüşlere sarılmıştır. Spinoza'nın tersine, "bilisizliğin yeterli bir neden olduğu"na inanmaktadır.

Bir toplumun toplam sermayesi tarafından her gün harekete geçirilen emek, bir tek ortak işgünü olarak kabul edilebilir. Örneğin, işçi sayısı bir milyon ve bir işçinin ortalama işgünü 10 saat olsa, toplumsal işgünü on milyon saat olur. Bu işgününün uzunluğu belli olduğuna göre —bu sınırlandırma fiziksel ya da toplumsal olarak belirlenmiş olabilir— artı-değer kitlesi ancak işçi sayısının, yani emekçi nüfusun artırılmasıyla çoğaltılabilir. Nüfus artışı, burada, toplam toplumsal sermaye ile yaratılan artı-değer üretimi için matematik sınırı oluşturur. Tersine, belli bir nüfusla, bu sınır, işgününün mümkün olduğu kadar uzatılmasıyla belirlenir.[206] Bununla birlikte, bir sonraki bölümde görüleceği gibi, bu yasa, yalnızca, buraya kadar ele alınmış artı-değer biçimi için geçerlidir.

Artı-değer üretimi ile ilgili olarak şimdiye kadar yapılan incelemelerden şu sonuç çıkıyor ki, eldeki her para ya da değer, keyfi olarak sermayeye dönüştürülemez. Bu dönüşümün gerçekleşebilmesi için, para ya da meta sahibi bireyin elinde, belli asgari miktarda bir para ya da değişim-değerinin bulunması gerekir. Asgari değişen sermaye miktarı, artı-değer üretimi için bütün yıl her gün çalıştırılan tek bir emek-gücünün maliyet fiyatıdır. Eğer bu işçi kendi üretim araçlarına sahip olsaydı ve işçi olarak yaşamayı yeterli görseydi, kendı üretim araçlarının yeniden-üretimi için gerekli süreden, diyelim 8 saatten fazla çalışmasına gerek kalmazdı. Ayrıca ancak, 8 işsaati için yetecek kadar üretim aracına gereksinme duyardı. Oysa, bu 8 saatin yanısıra, onu bir de 4 saatlik artı-emeğe zorlayan kapitalist, ek üretim araçlarının sağlanabilmesi için bir miktar daha paraya gereksinme duyar. Bununla birlikte, bizim varsayımımıza göre, kapitalistin, günlük olarak elde ettiği artı-değerle, tıpkı bir işçi gibi yaşayabilmesi, yani zorunlu gereksinmelerini karşılayabilmesi için iki işçi çalıştırması gerekir. Bu durumda, servetini artırmak değil, yaşamını sürdürmek, üretiminin amacı olurdu; oysa kapitalist üretim demek, bunlardan ilki demektir. Sıradan bir işçinin sürdüğü yaşamın iki katı daha iyi bir yaşam sürmek ve bunun yanısıra üretilen artı-değerin yarısını sermayeye çevirebilmek ıçin, işçi sayısı ile birlikte, yatırdığı asgari sermayeyı de 8 katına çıkarması gerekir. Kuşkusuz kendisi de, işçileri gibi elikolu sıvayıp üretim sürecine doğrudan doğruya katılabilir; o zaman kapitalist ile işçi arasında bir melez, ancak "küçük bir patron" olur. Kapitalist üretimin belli bir aşaması, kapitalistin bütün zamanını, kapitalist olarak, yani kişileşmiş sermaye olarak, başkalarının emeklerini elde etmeye ve dolayısıyla denetlemeye ve bu emeğin ürünlerini satmaya vermesini gerektirir.[207] Ortaçağlardaki loncalar, bu yüzden, usta bir zanaatçının kapitaliste dönüşmesini, bir ustanın kullanabileceği işçi sayısını çok küçük bir azami rakamla sınırlandırarak, zorla önlemeye çalıştı. Para ya da meta sahibinirı fiilen kapitalist olabilmesi için, üretim için yatırılan asgarı miktarın, ortaçağların azamisini büyük ölçüde aşması gerekir Hegel'in (Logic'inde) keşfettiği yasanın doğruluğu, doğa bilimlerinde olduğu gibi burada da görülür: salt nicel farklılıklar bir noktadan sonra nitel değişikliklere dönüşürler."[207a]

Para ya da meta sahibi bireyin, kendisini kapitaliste dönüştürebilmesi için elde bulundurması gerekli asgari değer miktarı, kapilalist üretimin farklı gelişme aşamalarına göre değiştiği gibi, farklı üretim alanlarında içinde bulundukları aşamanın kendi özel ve teknik koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterirler. Bazı üretim alanları, kapitalist üretimin daha başlangıcında, tek bir kişinin elinde henüz bulunduramadığı asgari bir sermayeye gereksinme gösterir. Bu durum, kısmen, Fransa'da Colbert zamanında olduğu ve birçok Alman devletierinde günümüze kadar süregeldiği gibi, özel kişilerin devletçe desteklenmesine, ve kısmen de, bizim modern anonim şirketlerin öncüleri olan bazı ticaret ve sanayi kollarının sömürülmesi için, yasal tekelleri ellerinde bulunduran şirketlerin meydana gelmesine yolaçar.[208]

*****

Üretim süreci sırasında gördüğümüz gibi, sermaye, emek üzerinde, yani çalışan emek-gücü ya da bizzat işçi üzerinde egemenlik kurar. Kişileşmiş sermaye, kapitalist, işçinin işini düzenle ve uygun bir yoğunluk derecesinde yapmasına dikkat eder.

Sermaye, ayrıca, işçi sınıfını kendi yaşamı için gerekli gereksinmelerin dar çerçevesini aşan bir çalışmaya yönelten zorlayıcı bir ilişkiye ulaşmıştı. Başkalarının faaliyetinin bir üreticisi olarak, bir artı-emek soğurucusu ve emek-gücü sömürücüsü olarak, yükümlü çalışmaya dayanan daha önceki bütün üretim sistemlerini, enerjisi, sınır tanımazlığı, keyfiliği ve etkinliği yönünden geride bırakmıştır.

Sermaye, ilkin, emeği, onu tarih içinde bulduğu teknik koşullara dayanarak kendisine bağımlı hale getirir. Bu yüzden de, üretim tarzını hemen değiştirmez. Artı-değer üretimi, —bizim buraya kadar incelediğimiz biçimiyle— yani işgününün basit bir şekilde uzatılması ile elde edilmesi, bu nedenle, üretim tarzındaki herhangi bir değişiklikten bağımsız olması gerektiğini tanıtlamıştır. Bu şekil, eski moda fırıncılıkta, bugünün modern pamuk fabrikalarından daha az uygulanan bir şey de değildi.

Eğer biz, üretim sürecini, basit emek-süreci açısındari ele alırsak, işçi, üretim araçlarının sermaye olma nitelikleriyle değil, onlarla, yalnızca kendisinin bilinçli üretken faaliyetinin basit bir aracı olarak ilişki içersine girer. Örneğin dericilikte, işçi, deriyi, üzerinde çalıştığı, emek harcadığı basit bir nesne gibi görür. Elinde işlediği deri, kapitalistin derisi değildir. Ama üretim sürecine, artı-değer yaratma süreci açısından baktığımız anda, durum değişir. Üretim araçları, burada, derhal başkalarının emeğini emen araçlar haline dönüşürler. Şimdi artık, işçi, üretim araçllarını değil, üretim araçları işçiyi kullanmaktadır. İşçinin üretken faaliyetinin maddi unsurları olarak tüketilmek yerine, onlar, kendi yaşam süreçleri için gerekli maya olarak işçiyi tüketirler; ve sermayenin yaşam-süreci, yalnızca değerin, devamlı olarak genişlemesi, devamlı olarak kendisini çoğaltması hareketinden ibarettir. Geceleri boş duran ve canlı emeği yutmayan yüksek fırınlar ile işyerleri, kapitalist için "düpedüz kayıptır". Fırınlar ile işyerleri işte bunun için, işçinin gece emeği üzerinde hak iddiasında bulunurlar. Paranın, üretim sürecinin maddi etmenlerine, üretim araçlarına dönüşmesi, bu araçları, başkalarnın emeği ve artı-emeği üzerinde hak talep edecek hale getirir. Konuyu bağlarken vereceğimiz bir örnek, kapitalist üretime özgü ve onun karakteristiği ola.n bu elçabukluğunun, ölü ile canlı emek arasındaki, değer ile değer yaratan güç arasındaki ilişkinin bu tepetaklak edilişinin, kapitalistlerin bilincinde nasıl yansıdığını gösterecektir. İngiliz fabrika patronlarının 1848-1850 arasındaki ayaklanmaları sırasında, "Batı İskoçya'nın en eski ve en saygıdeğer firmalarından olup 1752'den beri faaliyetini sürdüren ve dört kuşaktır aynı ailenin yönettiği, Paisley'deki neredeyse yüzyıllık, keten ve pamuk ipliği fabrikasının, Carlile ve Oğulları Şirketiiıin başkanı...", bu "çok akıllı centilmen", o sırada, 25 Nisan 1849 tarihli Glasgow Daily Mail'e, "Vardiya Sistemi" başlıklı bir mektup gönderdi.[209] Bu mektupta, diğer şeyler yanında, şu pek bönce pasaj da bulunuyor: "Fabrikaların çalışmasını 10 saatle sınırlandırmanın ... birlikte getireceği kötülüklere ... bir gözatalım. ... Bu durum, fabrikatörün planlarını, projelerini ve mallarını çok ciddi bir zarara uğratacaktır. Eğer o" (yani, "işçileri") "daha önce 12 saat çalışırken bu süre 10 saatle sınırlandırılırsa, müessesesindeki her 12 makine ya da tezgah 10'a inmiş olacaktır, ve eğer fabrikasını satmaya kalksa bunlar ancak 10 olarak değerlendirilecektir; böylece ülkedeki bütün fabrikaların değeri altıda-bir kadar azalmış olacaktır."[210]

"Dört kuşak" boyunca biriken kapitalist niteliklerin mirasçısı bu Batı İskoçyalı burjuva kafasında, üretim araçlarının, eğirme makinelerinin vb. değerleri, sermaye olarak kendi değerini artırma ve her allahın günü başkalarına ait bedeli ödenmemiş bir miktar emeği yutma özellikleriyle öylesine karmakarışık hale gelmiş ki, Carlile ve Ortakları Şirketinin başkanı fabrikasını satmaya kalksa, kendisine yalnızca eğirme tezgahlarının deği1, ayrıca, bunların artı-değer katma güçlerinin de, yalnız bunlarda somutlaşan ve bu türden tezgahların üretimi için gerekli olan emeğin değil, bu olanakların her gün Paisley'li yiğit İskoçlardan pompaladıkları artı-emeğin değerinin de ödeneceğini düşünüyor, ve işte bu nedenle, işgününün iki saat kısaltılması ile, 12 adet eğirme makinesinin satış fiyatının 10 adedinin fiyatına düşeceğini hesaplıyor!