Beşinci Kesim. - Sözde Emek-Fonu

Karl Marx
Sermayenin, sabit bir büyüklük olmayıp, toplumsal zenginliğin esnek ve her yeni artı-değerin, gelir (revenue) ve ek sermaye olarak bölünmesiyle durmadan dalgalanan bir parçası olduğu, bu inceleme sırasında görülmüş bulunmaktadır. Ayrıca, işleyen sermayenin büyüklüğü belli olsa bile, onda somutlaşmış bulunan emek-gücünün, bilim ve toprağın (bundan, ekonomik anlamda, insandan bağımsız olarak doğa tarafından sağlanan her türlü emek koşulları anlaşılmalıdır), sermayeye, belli sınırlar içinde, kendi büyüklüğünden bağımsız bir hareket alanı sağlayan esnek güçleri oluşturdukları da görülmüştü. Bu incelemede, dolaşım sürecinin, aynı sermaye kitlesinin çok farklı derecelerde etkinlik göstermesine yolaçan her türlü etkilerini de bir yana bıraktık. Kapitalist üretimin kendi getirdiği sınırları kabul ettiğimiz için, yani toplumsal üretim sürecini tamamıyla kendiliğinden, doğup gelişen şekli içinde ele aldığımız için, üretim araçları ve mevcut emek-gücü kitlesiyle doğrudan doğruya ve bir plana uygun olarak uygulanabilecek daha aklayatkın herhangi bir durum üzerinde hiç durmadık. Klasik iktisat, toplumsal sermayeyi, sabit bir etkinlik derecesine sahip, sabit bir büyüklük olarak kabul etmeyi daima pek sevmişti. Ama bu önyargı, ilk kez, 19. yüzyılın sıradan burjuva zekasının, yavan, ukala ve boşboğaz kahini, darkafalılar şahı Jeremy Bentham tarafından bir dogma olarak yerleştirilmişti.[68] Martin Tupper ozanlar arasında ne ise, Bentham da filozoflar arasında odur. Bunların her ikisi de, olsa olsa, ancak, İngiltere'de imal edilebilirdi.[69] Onun yerleştirdiği dogmaya göre, üretim sürecinin en yaygın olayları, örneğin birden genişlemeleri ve daralmaları, ve hatta birikimin kendisi bile, tamamen açıklanamaz şeyler haline gelir.[70] Bu dogma, Bentham'ın kendisi tarafından olduğu kadar, Malthus, James Mill, MacCulloch vb. tarafından da, mazur gösterme amaçları için kullanılmış ve özellikle de, sermayenin bir kısmını, yani değişen sermayeyi ya da emek-gücüne çevrilebilen kısmı, sabit bir büyüklük olarak göstermek üzere bundan yararlanılmıştır. Değişen sermayenin malzemesinin, yani bunun emekçiler için temsil ettiği geçim araçları kitlesinin ya da emek-fonu denilen şeyin, toplumsal servetin doğa yasaları ile belirlenmiş, değiştirilmesi mümkün olmayan ayrı bir parçası olduğu masalı uydurulmuştur. Toplumsal servetin değişmeyen sermaye olarak, ya da maddi ifadesiyle üretim aracı olarak iş görecek kısmını harekete getirmek için belirli miktarda canlı emek gerekir. Bu miktar, teknik bakımdan bellidir. Ama ne bu emek-gücü kitlesini akıcı hale getirmek için gerekli emekçi sayısı bellidir (çünkü bu, bireysel emek-gücünün sömürü derecesi ile değişir), ne de bu emek-gücünün fiyatı; yalnızca bunun alt sınırı bellidir, ama o da, son derece değişkendir. Bu dogmanın temelinde yatan gerçekler şunlardır: Bir yandan, emekçinin, toplumsal servetin, emekçi-olmayanlar için keyif ve zevk aracı, ve bir de üretim aracı diye ikiye bölünmesi konusunda söz hakkı yoktur.[71] Öte yandan, emekçi, sözde emek-fonunu, ancak uygun ve istisnai durumlarda zenginlerin "gelirleri" aleyhine genişletebilir.

Emek-fonunun kapitalist bir görüşle sınırlandırılmasının, onun doğal ve toplumsal sınırlarıymış gibi gösterilme çabasının nasıl bir budalaca totoloji ile sonuçlandığı, örneğin Profesör Fawcett'te görülebilir.[72] "Bir ülkenin döner sermayesi, o ülkenin ücret fonudur. Yani eğer biz, her emekçinin aldığı ortalama ücreti para olarak hesaplamak istersek, bu sermaye toplamını işçi nüfusu sayısına bölmemiz yeter."[73] Bu, şu anlama geliyor: önce biz, fiilen ödenen bireysel ücretleri biraraya getirip toplayacağız ve sonra bunun Tanrı ve doğa tarafından belirlenip bize ihsan edilen emek-fonunun toplam değeri olduğunu tanıtlayacağız. En sonunda da, bu elde ettiğimiz toplamı, emekçi sayısına bölerek, adam başına düşen ortalama ücreti bulacağız. Bu, eşi az görülen bir hilekarlık örneğidir. Ama gene de bu, Bay Fawcett'in aynı anda şunları da söylemesine engel olmuyor: "İngiltere'de bir yıl içinde biriktirilen toplam servet, iki kısma ayrılır; bir kısmı sanayimizi devam ettirmek için sermaye olarak kullanılır, diğeri ise diş ülkelere ihraç edilir. ... Yalnızca bir kısmı ve belki de bu ülkede yılda biriktirilen servetin pek de çok olmayan bir kısmı, kendi sanayimize yatırılır."[74]

Anlaşıldığına göre, İngiliz işçilerine herhangi bir eşdeğer verilmeksizin onlardan sızdırılan yıllık artı-ürünün büyük bir kısmı, böylece, İngiltere'de değil, yabancı ülkelerde sermaye olarak kullanılıyor. Ve bu şekilde ihraç edilen ek sermaye ile birlikte, Tanrı ile Bentham tarafından icat edilen "emek-fonu"nun bir kısmı da ihraç edilmiş oluyor.[75]